Giriş
Asya Kıtası’nın güneydoğusunda yer alan Endonezya, bir takımadalar ülkesidir. Cava, Sumatra, Sulavesi, Madura, Bali, Lombok, Sumbava, Flores ve Maluku Adaları ile Borneo Adası’nın güneyini oluşturan Kalimantan ve Yeni Gine Adası’nın batısını teşkil eden Batı Papua bölgesi, Endonezya sınırları içindedir. Bu adalar Hint Okyanusu’nu Pasifik Okyanusu’ndan ayırırken, Asya ve Avustralya kıtalarını birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görmektedir.
Endonezya, 260 milyonu aşkın nüfusuyla Çin, Hindistan ve ABD’den sonra dünyanın dördüncü büyük ülkesidir. İslam ülkeleri arasında da en fazla Müslüman nüfusa sahiptir. Bununla birlikte ülkenin dinî yapısında çeşitlilik vardır. 2010 yılı sayımına göre nüfusun %87,2’si Müslüman, %7’si Protestan Hristiyan, %2,9’u Katolik Hristiyan, %1,6’sı Hindu, %0,72’si Budist, %0.05’i Konfüçyanist, %0,5’i diğer inançlara mensupturlar (BPS, 2012, s. 30). Müslüman nüfusun tamamına yakını Sünnî olup, Şâfiî mezhebine mensuptur.
Çok etnikli toplumsal bir yapının olduğu ülkede, nüfusun yaklaşık %42’sini Cavalılar oluşturur. Cavalıları, adanın batısındaki Sundalılar, Sumatra Adası’ndaki Minangkabaulular, etnik Malaylar, Bataklar ve Açeliler; Kalimantan’daki Bancariler ve Dayaklar, Sulavesi’de Bugiler; diğer adalarda Maduralılar, Balililer, Ambonlar, Minahasalılar ile küçük etnik gruplar takip eder. Ülkedeki Çin kökenlilerin oranı ise %2 civarındadır. Etnik ve bölgesel farklılıklara rağmen Endonezya kimliği halk arasında oldukça güçlüdür (Frederick ve Worden, 2011, ss. 130-142).
Endonezya, geçmişte de kısmen büyük imparatorlukların kurulduğu bir coğrafyadır. Sumatra’da Palembang merkezli Srivicaya Devleti miladi 7. ve 13. yüzyıllarda ve Cava’daki Macapahitler 13. ve 15. yüzyıllarda bölgede kurulan iki önemli devlettir. İslamî dönemde de adalarda irili ufaklı çeşitli Müslüman sultanlıklar kurulmuştur. İlk defa 1596 yılında bölgeye gelen Hollandalılar, zamanla başkent Jakarta’yı ana merkezleri yaparak önce Hollanda Doğu Hindistan Şirketi vasıtasıyla adaların ticaretini ele geçirmişler ve 19. yüzyıl sonlarına doğru da tüm Endonezya adalarını sömürge yönetimi altına almışlardır. Uzun asırlar sömürge idaresi altında kalan Endonezya, ülkede gelişen millî hareketin başarıya ulaşması neticesinde 2. Dünya Savaşı sonunda bağımsızlığını kazanmıştır (Göksoy, 1995, ss. 204-209).
Modern bir fenomen olarak milliyetçilik kavramı üzerinde de kısaca durmak gerekir. Alman siyaset bilimcisi Ernest Gellner, milliyetçilik terimini “siyasi ve milli birliğin birbiriyle uyumlu olması gerektiğini savunan siyasi bir prensip” ve “modern şartların getirdiği bir ideoloji” olarak tanımlamıştır (Smith, ss. 2-5). Bir duygu ve siyasi bir hareket olarak milliyetçilik, 18. yüzyıldan itibaren görülen bir kavram olup, milletleri devletlerine bağlayan temel ve kurucu bir prensip ve ideolojidir. Bazıları milliyetçiliği toplumların ve ülkelerin gelişmesini sağlayan olumlu bir ideoloji olarak görürken, diğerlerince olumsuz bir güç ve hatta başkalarını ötekileştiren kötü bir hastalık olarak değerlendirilmiştir (Bertrand, 2004, s. 15).
Endonezya’da milliyetçiliğin doğuşunu ve gelişmesini sağlayan çeşitli faktörler üzerinde durulmuştur. Amerikalı yazar Kahin’e göre, Endonezya kimliğinin ve milliyetçilik hareketinin doğuşundaki en etkili faktör ülkedeki dini homojenliktir. Nüfusun %90’a yakınının Müslüman olması, halk arasında bir birliktelik bilincinin ve anlayışının oluşmasına vesile olmuştur. İkinci önemli birleştirici faktör dil birliğinin sağlanmış olmasıdır. Asırlardır takımadalarda anlaşma dili (lingua franca) olarak kullanılan Malayca (Endonezyaca), İslamiyet’in yayılışı ile birlikte bölgede ortak yazı dili haline gelmiştir. Ayrıca o, bu iki önemli faktöre Volksraad olarak bilinen bir halk meclisinin 1917’de açılması, eğitimin, basın ve yayın faaliyetlerinin gelişmesi gibi faktörleri eklemiştir (Kahin, 1952, ss. 38-41).
Milliyetçiliği “bugünün ve geleceğin ortak bir projesi” olarak gören Anderson’a göre, Endonezya’da milliyetçiliğin gelişmesindeki en önemli unsur, ideolojik etkilerin çeşitliliğinin tesiri ve hatta Batı kavramları ve ırkî ayrımcılık değil, bilakis ülkede yaşanan şehirleşme tecrübesidir (1999, ss. 1-2). Küçük bir yerleşim yerindeki bir köyden (kampung) Jakarta veya Bandung gibi kozmopolit şehirlere göç olgusudur. Farklı etnik ve bölgesel özelliklere sahip olan bireyler, şehir ortamında ortak değerlerini tanıyarak birbirleriyle yeni dayanışma ruhu oluşturmuşlardır. İkinci olarak da Endonezya’nın birçok yerinden gelen öğrencilerin aynı okulda eğitim görmeleri ve eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte kendilerini tanımaları onlar arasında milliyetçilik fikrini ortaya çıkarmıştır (Anderson, 1971, ss. 48-65). Şehirleşmeyi ve coğrafi hareketliliği önemseyen Van der Kroef, Sumatra’dan Cava’ya göç etmiş ailelerden ve millî hareketin gelişmesinde önemli roller oynamış Muhammed Hatta, Sutan Syahrir, Tan Malaka, Hacı Agus Salim gibi Minangkabau kökenli liderlerin varlığına dikkat çekmiştir (Kroef, 1972, ss. 54-55).
Hollandalı yazar Van Niel ise Endonezya’da milliyetçiliğin doğuşunu Batı eğitimli sosyal sınıfların ortaya çıkmasına bağlar. Ona göre, genç eğitimli ve yerli aydın nesiller halkı Avrupa menşeli siyasi fikirlerden, özerklik ve bağımsızlık görüşlerinden ve özgürlüklerin varlığından haberdar etmişler; modern örgütlenmeler, basın ve yayın faaliyetleri neticesinde genç nesillerin dimağlarını açmışlardır. Okumuş kesimler, kurdukları çeşitli cemiyetler vasıtasıyla toplumda daha fazla rol üstlenmişler ve sömürge yönetiminin haksız ve adaletsiz uygulamalarını eleştirerek çeşitli talepleri gündeme getirmişlerdir (Niel, 1984, ss. 1-3).
Bununla birlikte Endonezya’da millî hareketin gelişmesinde ve geniş halk kesimlerinde taraftar bulmasında en önemli faktörün, sömürge politika ve uygulamalarının olduğu kabul edilir. Toplum kesimleri arasındaki gelir eşitsizliği ve adaletsiz uygulamalar, sömürgeci ve yönetici kesimlere karşı fakir halkın tepki duymasına yol açmıştır. Endonezyalı yazar Maarif’e göre, sömürge karşıtlığı bu ülkedeki milliyetçilik hareketinin en temel bileşenini oluşturmuştur (2018, ss. 74-75). Endonezyalı tarihçi Kartodirdjo da Endonezya’daki milliyetçilik hareketinin tarihsel temelinin sömürgeciliğe ve onun temel muhtevasına dayandığını vurgulamıştır. O, sömürge yönetimi altında kalan ülkelerdeki milliyetçilik hareketlerini “sömürgeciliğe karşı ortaya çıkan bir tepki hareketi” olarak görmüş ve milliyetçiliğin “her zaman kalıcı bir çıkar çatışması yaratan sömürü sisteminden kaynaklandığını” belirtmiştir (Kartodirdjo, 1962, ss. 70-71).
Ayrıca, dünyadaki milliyetçilik hareketleri de okumuş kesimler arasında millî bilincin gelişmesini sağlamıştır. Özellikle Filipinler’deki milliyetçi liderlerin önce İspanyollara, daha sonra da Amerikalılara karşı verdiği millî mücadele, Japonların Ruslara karşı kazandığı 1905’teki zaferi, Batılı devletlere karşı Türkiye’de kazanılan İstiklal Savaşı ve Hint alt kıtasında Kongre Partisi ve Müslüman Birliği’nin İngiliz sömürgeciliğine karşı verdiği mücadele, Endonezyalı aydınlar üzerinde oldukça etkili olmuştur. Hollandalılar karşısında kendilerinin aşağı derecede olmadıkları ve yabancı hâkimiyeti olmaksızın kendilerini daha iyi yönetebilecekleri bilincini artırmıştır (Kahin, 1952, s. 50).
Tarihi bir fenomen ve siyasi bir akım olarak milliyetçilik, toplumların içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve sosyal faktörler neticesinde doğmuş ve gelişmiştir. Ancak, her kültürel coğrafyanın ve dönemin milliyetçilik anlayışlarında farklılıklar vardır. Bir ülkenin coğrafi, siyasi, dinî, etnik, kültürel ve sosyal faktörleri, genellikle o ülkedeki milliyetçiliğin muhtevasına etki etmiştir.
Endonezya’da Milliyetçiliğin Doğuşu ve Gelişmesi
Endonezya’da 19. yüzyıl boyunca çeşitli adalarda sömürge yönetimine karşı ortaya çıkan isyanlar ve savaşlar, yerli halk üzerinde derin tesirler bırakmış ve halk arasında Hollandalılara karşı olumsuz bir tavrın doğmasına yol açmıştı. Özellikle Cavalı lider Diponegoro liderliğinde Orta Cava’da yaşanan Cava Savaşı (1825-1830), 1820’li yıllardan 1860’lara kadar devam eden Batı Cava’daki çiftçi ayaklanmaları, Sumatra’nın Minangkabau bölgesindeki Pedri savaşları (1820-1835), Kalimantan’daki Bancarmasin Savaşı (1859-1861) ve otuz yıl süren Açe Savaşı (1873-1903), yerli halkın hafızasında sömürgeciliğe karşı verilen önemli mücadeleler olarak yer edinmişti. 20. yüzyıl başlarından itibaren sömürge yönetiminin katı ve haksız uygulamalarına tepki duyan okumuş ve aydın kesimler arasında sömürge karşıtı düşünce ve hareketler canlılık kazanmaya başladı. Sosyal, kültürel, siyasi ve dinî alanlarda millî şuurun gelişmesini ve modernleşmeyi hedef alan birçok teşkilat kuruldu.
Endonezya milliyetçilik hareketinin ilk temellerini atan oluşumun, 20 Mayıs 1908 tarihinde Cava’da Budi Utomo (Asil Emek) adındaki kültürel bir cemiyetin kurulmasıyla başlatılır. Sömürge okullarında yetişen Cavalı aydınların kurduğu bu cemiyet, Cava kültürünü yeniden geliştirmeyi ve halkın eğitim seviyesini yükseltmeyi hedeflemekteydi. Cemiyetin üyeliği, genellikle entelektüel ve aristokratik kesimler ile devlet memurları ve Batavya’daki tıp mektebi mezunlarından oluşmaktaydı. Cemiyetin lideri Wahidin Sudiro, topladığı yardım paraları ile sömürge idaresinde çalışan memur çocuklarının eğitimine destek olmuş ve iki Cavalı aristokratın oğlu olan Raden Sutomo ve Raden Gunawan Mangunkusumo’nun Batavya’daki tıp mektebinde okumalarını sağlamıştı (Niel, 1984, s. 56-62; Kroef, 1972, s. 54-55).
Endonezya millî hareketinin ilk örgütlü yapısı olarak görülen Budi Utomo, bölgesel sınırlar içinde kurulmuş kültürel nitelikli, faaliyetleri sınırlı ve Cava milliyetçiliğini önceleyen bir cemiyetti. Milliyetçi bir duruş sergilemesine rağmen, başlangıçta siyasi hedefi ve faaliyeti yoktu (Kartodirdjo, 1962, ss. 74-77). Kuruluşundan itibaren, toplumun alt kesimlerinden üye ve taraftar kazanan bir kitle örgütü de değildi ve 1909 yılı sonunda ancak 10 bin üyeye ulaşmıştı (Ricklefs, 1987, ss. 156-157). Cavalıların eğitim ve kültürel gelişiminin sağlamasını, modern ve yerli unsurları sentezleyerek eğitimde, bilim ve sanatta ilerlemeyi hedeflemişti. Ancak 1917’den itibaren siyasi alana da önem vererek otonomi ve parlamenter bir sistemin kurulmasını talep etti. Budi Utomo’nun kurulduğu 20 Mayıs günü, günümüzde “Milli Uyanış Günü” olarak kutlanmaktadır (Leifer, 2000, s. 153).
1912 yılında Müslüman kimlikle ortaya çıkan Sarekat Islam’ın (İslam Birliği) kurulmasıyla birlikte millî hareket, siyasi bir hüviyet kazanmış ve siyasi faaliyet gösteren ilk Endonezya teşkilatı olmuştur. Esasen bu, 1911’de Solo’da Hacı Samanhudi öncüğünde bir grup Cavalı Müslüman tüccarın Çinli tüccarların rekabetine karşı koymak ve Müslüman tüccarlar arasındaki dayanışmayı sağlamak maksadıyla Sarekat Dagang Islam adıyla kurulmuştu. Ancak ertesi yıl Cavalı lider Ömer Said Çokroaminato’nun (ö.1934) teşvikiyle adını Sarekat İslam’a dönüştürmüş ve kısa sürede toplumun bütün kesimlerinde taraftar bulan ve sömürge sistemine karşı çıkan siyasi bir halk hareketine dönüştü (Göksoy, 2019, ss. 135-136).
Budi Utomo’nun aksine, Sarekat İslam Cava’nın dışındaki adalarda da yayıldı ve çeşitli ideolojik fikirlere sahip bireyleri kendine çekti ve üye sayısı 1919’da 2,5 milyona ulaştı. Şehirli ve orta sınıfların yanı sıra ulema, köylü ve çiftçiler arasında da taraftar buldu. Köylü ve çiftçi kesimler hareketin lideri Çokroaminoto’yu Cava’da beklenen kurtarıcı lider Eru Cakra (yani Çokra-aminoto) ve Ratu Adil (Adaletli Kral) olarak gördüler. Teşkilata üyelik gizli yeminle yapılmakta ve üyelik kartları köylüler tarafından değerli bir muska gibi saklanmaktaydı (Ricklefs, 1987, s. 158). İslam’ı millî bir sembol ve birleştirici bir faktör olarak vurgulayan Çokroaminato, İslamcılık, milliyetçilik ve sosyalizmin ideallerini sentezlemeye çalışan ilk Müslüman liderlerden birisi idi. Maarif, onu milliyetçi lider Sukarno ve hatta komünist liderlerden Alimin’i ve Muso’yu etkileyen bir lider ve “Endonezya milliyetçiliğinin gerçek babası” olarak kabul eder (Maarif, 2018, s. 76).
1909 yılından sonra Cava dışındaki adalarda da etnik aidiyetler ve bölgesel adlarla anılan çeşitli cemiyetler kuruldu. 1914’de Batı Cava’daki Sundalı aydınlar Pasundan teşkilatını, 1918’de Sumatralı öğrenciler Jong Sumatranen Bond’u (Genç Sumatralılar Birliği), 1920’de Ambonlular Sarekat Ambon’u (Ambon Birliği), 1918’de Minahasalılar Jong Minahasa’yı (Genç Minahasalılar), 1921’de Timorlular Timorsch Verbond adlı cemiyeti, 1923’te Batavyalılar Kaum Betawi’yi, Bataklar Jong Batak Bond’u (Genç Bataklar Birliği), Selebes (Sulavesi) adasında Jong Selebes (Genç Selebesliler) adlarında cemiyetler kurdular (Ricklefs, 1987, s. 159). Adları etnik ve bölgesel isimlerle anılsa da hepsi Endonezya milliyetçiliği temelinde faaliyet yürüten ve oluşmakta olan Endonezya kimliğini ve millî bilincini önceleyen hareketler idi (Maarif, 2018, s. 77).
İlk defa Endonezya’ya muhtariyet verilmesi fikrini savunan Sarekat İslam, isteklerine sömürge hükûmetinden olumlu cevap alamayınca Hollanda ile iş birliği yapmama politikasını benimsedi ve sömürge rejimine açıkça muhalefet etti. Semarang merkezli sol kanat üyelerinin antikapitalist ve din aleyhtarı bir tutum takınmaları üzerine Sarekat İslam, daha sonra İslamcı ve sol kanat olarak iki gruba ayrıldı. İki kanat arasındaki rekabet, Ekim 1921’deki kongrede zirveye çıktı. Sol kanada mensup üyelerin teşkilattan kovulmalarından sonra Sarekat Islam etkinliğini ve yaygın halk desteğini kaybetti. 1923’te İslamcı kanadı partileşerek devam ederken, H. Agus Sâlim 1925’te Jong Islamieten Bond adıyla bir gençlik teşkilatı kurdu.[1]
Aynı yıllarda sosyalizm ideolojisini esas alan fikri eğilimin temelleri de atıldı. 1911 yılında İndo-Avrupa (melez) kökenli Douwes Dekker’in liderliğinde Indische Partij adında Avrupalılarla eşit hakları savunan siyasi bir parti kuruldu. Bazı Cavalı üyelerin de katıldığı bu parti, sömürge hükûmeti tarafından kapatıldı ve liderleri sürgün edildi. 1905’te kurulan demiryolu işçi birliğini, ileriki yıllarda tramvay işçileri, gümrük memurları, öğretmenler, kamu hizmetlileri ve maliye görevlileri birliklerinin kuruluşu izledi ve bunlar da genelde sömürge idaresine muhalif bir tutum takındılar. 1914’te kurulan Hollanda Hindistanı Sosyal Demokrat Birliği (ISDV), sosyalist ve komünist fikirleri Endonezya politikasına soktu. 1917’deki Rus Bolşevik Devrimi’nin etkisiyle artan komünizm taraftarı gruplar, Cavalı liderlerden Semaun ve Darsono öncülüğünde 1920’de Komünist Birliğini ve 1924’te de Komünist Partisini (PKI) kurdular. Geniş halk kitleleri arasında taraftar bulan PKI, 1926-1927 yıllarında Cava’nın kuzey sahil kenti Semarang’da bir dizi grev ve lokavt gösterilerine, Jakarta’da ve diğer şehirlerde isyan hareketlerine giriştiler. Ancak bunlar derhâl bastırılarak elebaşları hapse atıldı ve Komünist Parti yasadışı ilan edilerek kapatıldı (Ricklefs, 1987, s. 163-167,169-170). Bundan sonra hükûmet sömürge rejimi aleyhtarı faaliyetlere karşı daha baskıcı bir politika izledi.
Aynı dönemlerde Cava, Sumatra ve diğer adalarda ortaya çıkan dinî, sosyal ve eğitim amaçlı cemiyet ve hareketler de millî hareketin gelişmesine önemli katkıda bulundular. Batılı kültürel ve sosyal değerlerin Müslüman toplum üzerindeki etkisinin artması, misyoner faaliyetlerin yaygınlaşması ve geleneksel dinî kurumların yetersizliği, yeni dini arayışları teşvik etti. Ayrıca, hac ve tahsil için Hicaz’a giden Endonezyalılar, Mekke ve Kahire menşeili modernist İslamî hareketlerden etkilenmiş olarak ülkelerine dönmekteydiler. Batı Sumatra’daki Hacı Resul (ö.1945) ve Muhammed Cemil Cambek (ö.1947) gibi Minangkabaulu yenilikçi âlimler Padang’da 1909’da açtıkları Adabiyah adındaki modern bir medrese, yayımladıkları el-Münîr adlı dergi ve 1918’de kurdukları Sumatra Thawalib (Sumatralı Öğrenciler) vasıtasıyla bölgede yenilikçi dinî görüşlerin yaygınlaşmasında ve milli bilincin gelişmesinde öncü oldular. Kız öğrencilerinin okuması için ilk defa 1915’te modern Diniyah okulunu açtılar. Ancak 1930’da Sumatra Thawalib, İslamcılık ve milliyetçilik ideolojilerini birleştirmeye çalışan Endonezya Müslümanları Birliğine (Permi) dönüştüğü zaman ve bağımsızlığı destekleyen siyasi faaliyetlere katılması üzerine 1933’te sömürge hükûmeti tarafından kapatıldı (Noer, 1973, ss. 153-155, 263-265).
Cava’daki en önemli yenilikçi dini cemiyet ise günümüze kadar yaşayan Muhammediyye idi. 1912’de Yogyakarta’da Kiai Hacı Ahmed Dahlan (ö.1923) tarafından kurulan bu cemiyet, giderek artan misyonerlik faaliyetlerine karşı koymak, İslamiyeti Hindu kökenli eski örf ve adetlerden temizlemeyi ve müslüman toplumun durumunu yükseltmeyi hedeflemişti.[2] Zamanla Cava dışında da şubeler açan Muhammediyye, 1938’de yarısı Cava’da olmak üzere 852 şubeye ve üye sayısını da 250 bine yükseltip 800 dolayında cami ve mescit, 1700’den fazla ilk, orta ve lise seviyesinde okul, kütüphane, klinik, hastane ve yetim yuvası açarak ülkedeki İslam modernizminin önemli bir temsilcisi oldu. Açtığı okullarla din eğitimin gelişmesini sağlayan teşkilatın Aişiyye adıyla kadın kolu, Pemuda Muhammadiyya adıyla gençlik teşkilatı ve Hizbu’l-Vatan adıyla izci grupları vardı (Noer, 1973, ss. 73-83).
Cava’daki diğer önemli bir cemiyet ise 1923 yılında Batı Cava’da kurulan Persatuan İslam idi. Tebliğci ve öğretmen yetiştirmek gayesiyle çeşitli kolejler açarak ve Pembela Islam adlı bir dergi, birçok risale ve kitap yayımlayarak eğitim ve yayın alanında faaliyet gösterdi. Ayrıca çeşitli çalışma grupları oluşturarak Müslüman toplumun İslamî yönden bilinçlenmesini sağlamaya çalıştı. İslamcı bir görüşe sahip olan liderlerinden Ahmed Hasan ve Muhammed Natsir, İslam ve milliyetçilik üzerine yazılar yazarak laik eğilimli bir milliyetçilik anlayışına karşı çıktılar ve kurulacak bağımsız devletin İslam’a dayandırılmasını savundular (Noer, 1973, ss. 83-92).
Geleneksel ulema kesimleri de yeni örgütlenme biçimini benimseyerek Cava, Sumatra, Güney Kalimantan ve Sulavesi’de çeşitli cemiyetler kurdular. Kiai denilen Cavalı muhafazakâr ulema, Kiai Hacı Hâşim Eşarî önderliğinde Surabaya’da toplanarak 1926’da Nehdatü’l-ulema (NU) teşkilatını kurdular. Nehdatü’l-ulema, halk üzerinde güçlü tesirleri bulunan mahallî dinî liderler vasıtasıyla üye sayısını 1935’te 65.000’e, şube sayısını da 1942’de Cava ve Güney Kalimantan’da olmak üzere 120’ye yükseltti. Siyasetten uzak durmaya büyük titizlik gösteren NU, geleneksel dini eğitim kurumları olan pesantrenlerin gelişmesini hedeflemekte ve modernistlerin aksine mezhebe ve dinî geleneğe bağlılığı savunmaktaydı (Noer, 1973, s. 222-225). Zamanla yenilikçi dinî gruplar Kaum Muda (Yeni Nesil), geleneksel dinî hayatı savunan muhafazakâr kesimler ise Kaum Tua (Eski Nesil) olarak adlandırıldılar.
Millî hareket, farklı cemiyetler ve fikri akımların faaliyetleri neticesinde gelişirken, bir ülkenin ve bir milletin adı olarak “Endonezya” isminin kullanımı da 1920’lerden sonra yaygınlık kazandı. Hollanda sömürge yönetimi altındaki bu ülkenin resmi adı “Hollanda Hindistanı” veya “Doğu Hint Adaları” idi. İlk defa Hollanda’da okuyan 20’li yaşlardaki Endonezyalı öğrenciler “Endonezya” isminin yaygınlaşmasında önemli rol oynadılar. Başlangıçta sadece bazı Cavalı aristokratik ailelerin çocukları yurt dışında okuma imkânına sahip iken, daha sonraları çeşitli adalardan devlet bursu kazanarak Hollanda’ya giden öğrenciler vardı. Bunların sayıları, 1930’lu yılların başında 150’ye kadar çıkmıştı (Niel, 1984, ss. 223-227).
Etimolojik olarak Endonezya terimi, Latincede Hindistan için kullanılan indus kelimesi ile eski Yunancada ada anlamına gelen nesos kelimesinin terkibidir. “Hint adaları” anlamına gelen Endonezya (Indonesia) kelimesi, bazı coğrafyacı ve etnoloji bilim insanları tarafından ilmi çalışmalarda kullanılmıştı. “Endonezya adaları” veya “Malezya adaları” şeklinde sadece coğrafi adlar olarak kullanılıyordu. Endonezyalı yazar Ki Hadjar Dewantoro, ilk defa 1913 yılında Hollanda’da kurduğu basın bürosuna Indonesiche Pers-Burea adını verdi (Maarif, 2018, s. 232). Hollanda’da okuyan Endonezyalı öğrenciler, 1908’de kurulan Indische Vereeniging adlı öğrenci derneğini 1922’de Perhimpunan Indonesia olarak değiştirerek Endonezya adının tanınmasını sağladılar (Kroef, 1972, s. 46-47). Kahin, sömürge karşıtı bu hareketi “Endonezya milliyetçilik hareketinin karakterini belirleyen önemli bir teşkilat” olarak nitelemiştir (Kahin, 1952, ss. 88-89).
Perhimpunan Indonesia, iki yıl sonra (1924) Hindia Poetra adlı dergisinin ismini de Indonesia Merdeka (Bağımsız Endonezya) olarak değiştirerek milliyetçi çizgide yayın yapan bir dergiye dönüştürmüştür. Dergide dünyadaki gelişmeler hakkında yazılar yazan öğrenciler, sömürge karşıtı diğer hareketlerle de bağlantı kurdular. Geleceğin cumhurbaşkanı yardımcısı Muhammed Hatta, öğrenci lideri olarak Ağustos 1926’da katıldığı Paris yakınlarındaki Bierville’deki uluslararası bir kongrede katılımcılara şöyle hitap etti: “İlk defa Endonezya adını duyuyorsunuz. Ve ümit ederim ki, bu son olmayacaktır. Endonezya, Sumatra, Cava, Borneo, Selebes ve diğer adaları ihtiva eden Sunda takımadalarının adıdır. 50 milyondan fazla insanın yaşadığı ve Asya Kıtası ile Avustralya arasında ve Filipinler’in komşusu olan bir ülkenin adıdır...” (Stutje, 2018, ss. 141-143).
Daha önce etnik ve bölgesel adlarla ve aidiyetlere ifade edilen bağlılık duygusu, yerini 1920’li yıllardan itibaren giderek hâkim olan Endonezyalılık fikrine bıraktı. Etnik bir grup için yaygın olarak kullanılan bangsa terimi, yani “Bangsa Cava”, “Bangsa Batak” gibi adlandırmalar, daha sonra “Bangsa Indonesia” (Endonezya milleti) için de kullanıldı (Maarif, 2018, s. 76). Ancak Hollandalılar, siyasi anlam ifade eden “Endonezya” kelimesini 1948 yılına kadar kullanmamaya direndiler (Simpson, 2007, ss. 322-323).
İslamcı ve komünist ideolojilere dayanan millî hareketlerin zayıflamasından sonra, 1920’li yılların sonunda ve 1930’lu yıllar boyunca, aydınlar arasında dini bakımdan tarafsız ve dinin daha çok kültürel yönüne önem veren milliyetçilik ideolojisi hâkim bir siyasi düşünce oldu. Sömürge aleyhtarı faaliyetlerde ve bağımsızlık mücadelesinde milliyetçi çizgideki teşekküller daha fazla ön plana çıktılar. 1922’de Ki Hadjar Dewantoro’nun Cava’da Tamam Siswa (Eğitim Bahçesi) adıyla kurduğu cemiyet, kültürel milliyetçiliğe önem vermekte ve yerli kültür ile Batı kültürünün özelliklerini sentezleyen bir eğitim sistemini teşvik etmekteydi. Zamanla 250 tane okul açarak millî duygularla ve bağımsızlık fikirleriyle beslenmiş bir öğrenciler ve öğretmenler topluluğu oluşturdu. Bu çevreler daha sonra 1930’lu yıllarda Pudjangga Baru (Yeni Şair) adında edebi bir dergi çıkarmaya başladılar ve millî duyguları ifade eden çeşitli yazı ve şiirler yazarak Endonezya kültürü ile Batı değerlerini bütünleştirmeye çalıştılar. Taman Siswa okulları kültürel milliyetçilik hareketinin gelişmesinde ve milliyetçi liderliğin yetişmesinde önemli roller oynadılar (Niel, 1984, ss. 220-222).
Milliyetçilik ideolojisine bağlı cemiyetlere, siyasi faaliyet yürüten yenileri eklendi. 1927’de Sukarno, Bandung Study Club üyeleriyle birlikte Endonezya Milliyetçi Birliğini kurdu. Ertesi yıl Mayıs 1928’de bu cemiyeti geniş tabanlı bir siyasi partiye, Endonezya Milliyetçi Partisine (PNI) dönüştürdü. Hollanda ile iş birliği yapmama siyasetini güden ve bağımsızlığı hedefleyen geleceğin ilk Cumhurbaşkanı Sukarno, PNI lideri olarak kısa sürede tüm milliyetçi çizgide yer alan çevrelerin lideri oldu. O, farklı ideolojileri temel alan tüm mevcut millî teşkilatları birleştirmeye ve onları bir çatı altında toplamaya çalıştı (Ricklefs, 1987, ss. 172-175).
Endonezya’nın birliğini ve millî kimliğini oluşturmaya yönelik kültürel ve siyasi faaliyetler gerçek ifadesini 28 Ekim 1928 tarihinde Jakarta’da düzenlenen bir gençlik kongresinde buldu. Kongreye katılan üyeler kabul ettikleri gençlik andında “tek vatan, tek millet ve tek dil” ülküsünü gerçekleştirmeye yemin ettiler. Tek vatan olarak Endonezya’yı; tek millet olarak Endonezya milletini ve tek dil olarak Endonezya dilini tanıdılar (Maarif, 2018, s. 78.) Bu tarih, günümüzde Endonezya’nın gençlik günü olarak kutlanmaktadır. Bundan sonra Endonezyalı aydınlar, kendilerini önce Endonezya milletinden olduklarını, daha sonra da etnik veya bölgesel aidiyetlerini (Cavalı, Minagkabaulu, Bugili ve Ambonlu gibi) anmaya başladılar. Eskiden Malayca olarak adlandırılan dil, Bahasa Indonesia (Endonezya dili) olarak isimlendirildi. Yeni kelimelerle zenginleştirilen ve Rumî denilen Latin alfabesi kullanılarak yazılan bu dil, tüm adalarda konuşulduğu için ağdalı Cava diline karşı tercih edildi. Halk arasında milli bilincin gelişmesinde en önemli bir araç olan Endonezyaca, milli hareketin sesi oldu (Simpson, 2007, ss. 323-324). Çeşitli akımlar tarafından çıkarılan gazete ve dergiler, kitaplar, roman ve şiir gibi edebî ürünler hep Endonezya dilinde yazıldı. O dönemin en önemli yayınevi olan Balai Pustaka, eski klasik eserlerin, popüler hikâyelerin, yabancı dilden seçme çevirilerin ve yeni çalışmaların basımını gerçekleştirerek Endonezya edebiyatına katkı sağladı. 1918 yılında 40 civarında olan gazete sayısı, 1925’te 210’a ve 1938’de 400’e ulaşmıştı (Ricklefs, 1987, s. 176).
1930’ların başından itibaren millî hareketin öncülüğünü, kapsayıcı ve kültürel milliyetçilik anlayışına sahip olan Sukarno ve Muhammad Hatta yaptı. Bağımsızlık mücadelesinde dini bir referans kaynağı olarak görmeyen bu liderler, İslamî kesimlerin savunduğu dine dayalı bir devlet yapısına da karşı idiler. Onlar güçlü bir milletin, ancak modern hükûmet modellerini benimsemekle ve dinin de özel hayatla ve ibadet alanıyla sınırlı tutulduğu dinen tarafsız bir anlayışla oluşacağına inanıyorlardı. Türkiye, İran ve Mısır gibi ülkelerdeki laik hükûmet biçimleri de onlar için somut birer örnek oluşturmuştu. Dinî, etnik ve bölgesel aidiyetlerin dikkate alınmadığı ve din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı sivil bir milliyetçilik anlayışına sahiptiler (Ricklefs, 1987, ss. 175-176). Bu çevreler, ülkede başka din mensuplarının da olması sebebiyle İslamiyet’i Endonezya Birliğinin bir aracı olarak görmediler. Cavalı milliyetçi liderlerden Surio Kusumo, “İslamiyet, bizi Sumatralılara, Müslüman olmayan Ambonlulara ve Menadonalılara bağlamaz. Dinin, birliğin bir aracı olduğu görüşü -eğer tehlikeli değilse bile- çok gerçekçi değildir.” diyordu. Yine Gatot Mangkupraja da 1932’de “ülkenin ve milletin özgürlüğüne doğru giden mücadelemizde, biz milliyetçiler, dinle ilgili tartışmalarla boğulup kalmak istemiyoruz” diyerek İslamcıların fikrine karşı çıkmıştı (Elson, 2007, ss. 242-255).
Kültürel ve laik eğilimli milliyetçiliğin 1930’lu yılların başından itibaren gelişmesine karşı, İslamcı liderler bu tür bir milliyetçilik anlayışına düşmanca bir tavır aldılar. Persatuan Islam lideri Ahmed Hasan ve Muhammed Natsir ile Jong Islamiten Bond başkanı Hacı Agus Salim, Sukarno’nun din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı bir devlet sistemi görüşüne karşı çeşitli yazılar yazarak onu eleştirdiler. Özellikle Natsir, Endonezya milliyetinin ana temelinin İslamiyet olmasını ve İslam’a hizmet edecek ve şeri hukukun uygulandığı bir devlet yapısını savunmaktaydı. Yenilikçi Müslüman kesimlerin çoğu, dine dayanmayan bir milliyetçilik anlayışına karşı çıkmış ve halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede ancak İslamiyet’in Endonezya birliğinin temeli olacağını vurgulamışlardır. Natsir ile Sukarno din ve devlet ilişkileri üzerine yazdıkları çeşitli makaleler vasıtasıyla birbirlerinin görüşlerini eleştirdiler. Sukarno, Türkiye’yi örnek göstererek din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı millî bir devlet anlayışını savunurken, Natsir bağımsız devletin mutlaka İslam’a dayandırılmasını dile getirmekteydi (Noer, 1973, s. 285-293). Sumatra’nın Minangkabau bölgesindeki Permi liderleri Muhtar Lütfi ve İlyas Yakub gibi bazı yenilikçi Müslüman liderler ise İslamcılık ve Milliyetçilik fikirlerini sentezlemeye çalışmışlar; asabiyete ve ırkçılığa dayanmayan bir milliyetçilik anlayışının İslam’a aykırı olmadığını savunmuşlardı (Noer, 1973, s. 263-265).
1930’lu yıllar boyunca milliyetçilik ideolojisine dayanan millî hareketler daha fazla güçlendi ve Endonezya milliyetçiliği daha geniş kitleler arasında siyasi ve kültürel bir hareket olarak taraftar kazandı. Sukarno’nun bağımsızlık hareketinin ana sözcüsü konumuna yükselmesi üzerine sömürge hükûmeti tarafından tutuklanarak uzun yıllar hapiste kaldı. Onun tutuklanması ve PNI’nın kapatılmasından sonra, milliyetçi hareket Endonezya Partisi (Partindo) ve Yeni-Endonezya Milliyetçi Parti (PNI-Baru) adlı iki ayrı siyasi parti halinde devam etti. 1935’te de Dr. Raden Sutomo ve arkadaşları Büyük Endonezya Partisini (Parindra) kurarak study kulüpleri, Persatuan Bangsa Indonesia, Budi Utomo ve diğer milliyetçi teşkilatları çatısı altına almaya çalıştı. Bu arada Hollanda ile iş birliği yaparak bağımsızlığa ulaşmayı hedefleyen küçük partiler de vardı. 1936’da Volksraad, Endonezyalı üyelerin oyu sayesinde Hollanda hükûmetinden Endonezya’ya muhtariyet verilmesi hakkında bir konferans düzenlemesini istediyse de bu talep reddedildi (Kahin, 1952, s. 95; Ricklefs, 1987, ss. 180-181).
İslamcı, sosyalist ve milliyetçi çizgide yer alan sömürge aleyhtarı fikir ve hareketler, bağımsızlık taleplerini sürekli dile getirdiler. Mayıs 1939’da bağımsızlık taraftarı tüm bu çevreler, Endonezya Siyasi Federasyonu (GAPI) adıyla bir federasyon oluşturarak milli harekete birleşik bir güç vermeye çalıştılar (Ricklefs, 1987, s. 183). Bu federasyona, Gerindo, Parindra, Pasundan, Persatuan Minahasa, Partai Katolik Indonesia, Partai Sarekat Islam Indonesia, Partai Islam Indonesia ve Partai Arab Indonesia gibi milliyetçi, İslamcı ve sosyalist eğilimli siyasi teşekküller katılmıştı. Federasyon, Endonezya’nın bağımsızlığı için referandum yapılmasını ve demokratik olarak seçilmiş bir parlamentonun kurulmasını talep etti. Bu federasyonun öncülüğünde, Aralık 1939’da 90 farklı siyasi, dinî, sosyal, kültürel ve ticari teşkilatın temsilcilerinin katıldığı Endonezya Halk Kongresi düzenlendi. Kongrede Bahasa Indonesia ülkenin millî dili, kırmızı ve beyaz renkli bayrak millî bayrak, Indonesia Raya (Büyük Endonezya) adlı şiir de milli marş olarak kabul edildi (Kahin, 1952, ss. 97-98). İslamcı, milliyetçi ve sosyalist fikirleri savunan Endonezya milliyetçiliğinin temsilcileri, daha sonraki Japon işgali (1942-1945) ve Endonezya Devrimi (1945-1949) sırasında topluma önderlik ettiler ve devlet başkanı Sukarno’nun liderliğinde kurulan hükûmetlerde görev aldılar.
Japon İşgali ve Endonezya Devrimi Yıllarında Endonezya Milliyetçiliği
Mart 1942’de tüm Endonezya adaları Japon askerî kuvvetleri tarafından işgal edilerek ülkede Japon idaresi kuruldu. Hollandalı asker ve görevlilerin teslim alınmasıyla birlikte Hollanda sömürge idaresi de fiilen son buldu. Japon işgali, Endonezya milliyetçiliğinin ve bağımsızlık hareketinin hızla geliştiği bir dönem oldu ve ülkedeki tüm dengeler değişti. Japonlar, milliyetçi ve İslamcı liderlerle iş birliği yaparak Hollanda destekli eski mahalli aristokrasiyi etkisiz kıldılar. Hollandalılar tarafından boşaltılan makamlara Endonezyalı okumuş kesimler atandı. Aralarında milliyetçi lider Sukarno’nun da bulunduğu hapisteki birçok lider serbest bırakıldı. Japonlar halka ulaşmak için birçoğuna önemli görevler verdiler ve onlar da bağımsızlık ideallerine ulaşmak için askerî idarede görev almaktan çekinmediler. Güneydoğu Asya ülkelerini siyasi ve ekonomik tesiri altına almaya çalışan Japonya, Avrupalı müttefik ülkelere karşı yürüttüğü savaşta halkın desteğini sağlamak ve onların üzerlerindeki Batı etkisini silmek gayesiyle propaganda faaliyetlerine girişti ve halk kitlelerini harekete geçirmeyi hedefleyen çeşitli teşekküller kurdu. Bunlardan ilki Mart 1943’te kurulan ve Putera olarak anılan halkın gücünün merkezi idi. Putera’nın üst yönetimi, siyasi ve gayri siyasi milli teşkilatların liderlerinden oluşmuştu: Başkanı Sukarno ve yardımcısı Muhammed Hatta, üyeler olarak da Taman Siswa kurucusu Ki Hadjar Dewantoro ve Muhammediyye’nin başkanı K.H. Mas Mansur vardı (Kahin, 1952, s. 106-108).
Putera’nın desteğiyle Ekim 1943’te müttefiklerin muhtemel bir işgaline karşı koyabilmek amacıyla Peta adında bir askerî birlik oluşturuldu. Cava ve Madura’daki gönüllü gençlerden oluşan ve yerli subayların eğittiği Peta, gelecekteki Endonezya ordusunun kaynağını teşkil etti ve 1945 yılı ortalarına doğru 120 bin civarında bir askeri kuvvete ulaştı (Kahin, 1952, s. 109). Ancak, Putera’nın tamamen Endonezya milliyetçiliğine hizmet eden bir yapıya dönüştüğünü görünce, Japonlar bunu lağvettiler ve yerine Japon dilinde Jawa Hokokai adıyla bilinen halkın sadakati teşkilatını kurdular ve daha geniş kesimleri içine dahil ettiler. Sutan Syahrir’in liderliğini yaptığı solcu ve diğer komünist gruplar ile bazı milliyetçi ve hatta sosyalist İslamcılar Japonlara karşı yer altı faaliyetlerini sürdürdüler (Kahin, 1952, s. 110-113).
Japonlar, işgali takip eden aylarda bütün siyasi partileri yasaklarken, Muhammediyye ve Nehdatü’l-ulema gibi dinî teşkilatların faaliyetlerine izin verdiler. Hollandalılar’ın aksine, savaşta halkın desteğini sağlamak gayesiyle muhafazakâr ve modernist müslüman liderlerle iş birliğine yöneldiler. Cavalı kiaileri (din hocaları), Japon hedefleri doğrultusunda harekete geçirmek için Shumubu adıyla bilinen bir din işleri bürosu kurdular (Benda, 1983, s. 111). Kiailerin eğitim düzeyini yükseltmek ve onların itibarından faydalanmak için Kiai kursları açtılar. Çünkü Japonlar, savaşta halkın desteğini kazanmak için onlar üzerinde büyük tesiri olan ulemayı kendi tarafına çekmek istiyordu. Temmuz 1943’te Jakarta’da 60 âlimi bir ay süre ile Japon propagandasının yapıldığı bir kursa tabi tuttular. Mayıs 1945’e kadar yaklaşık 1000 civarındaki din hocası bu kurslarda eğitildi (Benda, 1983, ss. 133-136, 165-166).
Müslüman halkın Hollanda aleyhtarı duygu ve düşüncelerini körükleyen Japonlar, dinî teşekküllerin Japon hedefleri doğrultusunda faaliyet göstermesini sağlamak gayesiyle Kasım 1943’te tüm İslami cemiyetleri Masyumi (Maşumi) adıyla bir federasyon çatısı altında birleştirdiler. Aralık 1944’te de bu federasyona bağlı Barisan Hizbullah adında Müslüman gençlerden meydana gelen bir milis kuvvetinin kurulmasına izin verdiler. Bu milis kuvveti, cihadı Japonların Batı’ya karşı savaşı ile özdeşleştirmek için hilal ve güneşin sembol olarak kullanıldığı bir sancağa sahipti ve Mayıs 1945’e doğru sayıları 50 bine ulaştığı belirtildi (Benda, 1983, ss. 178-179; Ricklefs, 1987, s. 196). Ancak Japonların dinî merasimlerde bile Tokyo’daki imparatorluk sarayına doğru tazim gösterilmesini mecbur kılması, çoğu Müslüman halkın hoşnutsuzluğuna sebep oldu. Japonlar, 2. Dünya Savaşı’nı Avrupalı sömürgeci güçlere karşı bir cihat olarak ilan etmek istedilerse de bu hareket Müslüman halk arasında pek fazla rağbet bulmadı (Ricklefs, 1987, s. 192).
1944 yılı başlarında Batı Cava’da isyanların çıkması, milliyetçi liderlerin bağımsızlık isteklerini gittikçe artırması ve Japon kuvvetlerinin savaşta ağır kayıplar vermesi üzerine Japon Başbakanı Koiso 7 Eylül 1944 tarihinde resmen yakın bir gelecekte Endonezya’ya bağımsızlık tanıyacaklarını vaat etti. Endonezya’da Hollanda mirasını yıkan Japonlar, 1945 yılı başlarında savaşı kaybedeceklerini anlayınca halkın bağımsızlık taleplerine olumlu baktılar ve bu tarihlerden itibaren kırmızı-beyaz Endonezya bayrağının kullanılmasını ve ülkenin millî marşının alenen söylenmesini serbest bıraktılar (Ricklefs, 1987, s. 195).
Mart 1945’te bağımsızlık hazırlıklarını yapmak ve bir anayasa hazırlamak üzere 62 seçkin Endonezyalı üyeden oluşan millî bir komitenin kurulmasına onay verdiler. Bu komite içerisindeki Müslüman liderler yeni kurulacak bağımsız devletin temellerinin İslam’a dayandırılmasını ve İslam hukukunun da devletin temel hukuk sistemlerinden biri olmasını istediler. Devlet başkanının Müslüman olmasını, parlamentonun aldığı kararların bir ulema heyetinin onayından geçmesini ve anayasada devletin resmi dininin İslam yazılmasını talep ettiler. Ancak din ile devlet işlerini birbirinden ayrı tutma prensibini benimseyen milliyetçi liderler ise yeni kurulacak devletin Sukarno’nun ortaya attığı Panca Sila’ya (Beş Prensip) dayanan millî ve üniter bir devlet olmasını savundular. Pancasila, tek bir Tanrı’ya inanç, milliyetçilik, insancılık, demokrasi ve sosyal adalet prensiplerinden oluşmaktaydı. Uzun ve çetin görüşmeler neticesinde Haziran 1945’te bir uzlaşma metni olarak İslam hukukunun da uygulanabileceği bir formülü ihtiva eden Jakarta Beyannamesi hazırlandıysa da en sonunda Pancasila, yeni kurulan devletin temel felsefesi olarak kabul edildi ve anayasaya alındı. Hristiyan liderlerin baskısı ve millî birliğin tehlikeye düşeceği endişesiyle anayasa taslağında geçen bu beyanname ve İslam’la ilgili bütün maddeler bağımsızlığın ilan edilişinin ertesi günü metinden çıkartıldı.[3]
Japonya’nın tesliminden iki gün sonra, 17 Ağustos 1945’te bu komitede görev yapan milliyetçi liderlerden Sukarno ve Muhammed Hatta Endonezya halkı adına Jakarta’da ülkenin bağımsızlığını ve Endonezya Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Millî marşın okunması eşliğinde Endonezya bayrağı göndere çekildi. Ertesi günü bağımsızlık komitesi Sukarno’yu devlet başkanı ve Hatta’yı da onun yardımcısı seçti (Ricklefs, 1987, ss. 198, 201).
Yeni kurulan bağımsız Endonezya Cumhuriyeti dinî bakımdan tarafsız, millî ve üniter bir devlet olarak ortaya çıktı. Devletin manevi temelini Pancasila’nın ilk prensibi “tek ve yüce bir Tanrı’ya inanç” oluştururken, milliyetçilik prensibi de ikinci sırada yer alan devletin en önemli dayanağı oldu. Ancak Müslüman liderler yeni devletin yapısından tam hoşnut olmasalar da bağımsızlığın korunmasında ve yurt dışında tanınmasında faal rol aldılar. Müslüman siyasetçiler iç politikada ve diplomasi alanında ilan edilen bağımsızlığı korumaya çalışırlarken, muhafazakâr âlimler de dinî, askerî ve siyasi alanlarda çeşitli mukavemet teşkilatları kurarak Hollanda’nın ülkeyi tekrar sömürge haline getirmesine karşı koydular. 7 Kasım 1945’te Yogyakarta’da yapılan bir kongrede, bütün İslamî teşekküllerin federasyonu niteliğinde olan Maşumi, İslamî bir siyasi partiye dönüştü. Ayrıca, Cumhuriyet hükûmeti Ocak 1946’da muhafazakâr kesimlerin talepleri doğrultusunda bağımsızlık mücadelesinde onların desteğini sağlamak için ayrı bir din işleri bakanlığı kurdu. Din eğitimi, dinî mahkemeler, vakıflar, ibadethaneler ve hac gibi dinle ilgili hizmetlerinin yürütülmesini sağlayan bu bakanlık, bugün köylere kadar uzanan geniş bir dini bürokratik yapıya sahiptir (Boland, 1982, ss. 105-111; Göksoy, 2020, ss. 117-121).
Cumhuriyetin ilanından itibaren Endonezya Devrimi’nin gerçekleştirildiği ve Hollanda’ya karşı bağımsızlık savaşının verildiği yaklaşık dört buçuk yıllık bir karışık dönem yaşandı. İngiliz ve Avustralyalı askerlerden oluşan müttefik kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Japonları teslim almak amacıyla Cava ve Sumatra’nın önemli liman şehirlerini ve diğer Endonezya adalarının tamamını işgal ettiler. Bu kuvvetlerin koruması altında geri gelen Hollandalıların hedefi de ülkede yeniden kendi idarelerini kurmaktı. Cumhuriyete ve bağımsızlık hareketine büyük destek veren halk, Hollandalılara karşı dört buçuk yıl süren çetin bir istiklal mücadelesine girişti. Kasım 1945’te Endonezya millî ordusu ile milis kuvvetleri güçlü İngiliz ve Hollanda birliklerine karşı Surabaya’da üç hafta süren başarılı bir savunma savaşı verdiler. Daha sonra Hollanda ve Cumhuriyet hükûmeti temsilcileri arasında uzun görüşmeler başladı ve iki taraf arasında Endonezya Federasyonu ile Hollanda-Endonezya Birliği’nin kurulmasına imkân veren Linggardjati (Mart 1947) ve Renville antlaşmaları (Ocak 1948) imzalandı (Kahin, 1952, ss. 196-199, 224-229).
Ancak bunlara rağmen anlaşmazlıklar devam etti ve tekrar silaha başvuran Hollanda, ilki Temmuz 1947’de, ikincisi de Aralık 1948’de olmak üzere Cumhuriyet’i yıkmaya yönelik iki askerî harekât düzenledi. İşgal ettiği yerlerde etnik ve coğrafî farklılıklara dayanan otonom federe devletler kurdu. Silahlı çatışmalar ve yapılan ateşkes anlaşmalarıyla birlikte Hollanda ve Cumhuriyet denetimi altında olmak üzere iki bölünmüş bölge ortaya çıktı. Cumhuriyet hükûmeti Cava ve Sumatra’da büyük ölçüde gücünü korurken, Hollanda ise Doğu Endonezya, Borneo, Batı Papua, Cava ve Sumatra’nın sahil bölgelerinde denetimi ele geçirdi. Cumhuriyet liderlerinin savunduğu üniter ve millî devlet yapısına karşı, Hollandalılar etnik ve bölgesel kimlikleri öne çıkararak otonom federal yapılar oluşturdular. Sundalıların çoğunlukta yaşadığı Batı Cava’da Pasundan, Madura’da ve Doğu Sumatra’da otonom devletler ve hatta Borneo’da az gelişmiş Dayaklar için Dayak otonom bölgesini kurdular. Sulavesi ve diğer çevre adalarda kurulan Doğu Endonezya ise Hollanda yapımı ilk federal devlet idi (Reid, 1973, ss. 104-119).
Ancak içte gerilla savaşının ve dışta da milletlerarası kamuoyunun baskısı altında kalan Hollanda, Lahey’de Birleşmiş Milletler’in gözetiminde cumhuriyetçi ve federalist liderlerin katıldığı bir yuvarlak masa konferansına oturmak zorunda kaldı. Burada imzalanan antlaşma gereğince, Batı Papua bölgesi hariç, Endonezya’nın bağımsızlığını 27 Aralık 1949 tarihinde resmen tanıyarak egemenlik hakkını aynı tarihte kurulan bağımsız Endonezya Birleşik Devletleri’ne devretti (Ricklefs, 1987, s. 219-220).
Hollanda ordusunun ve görevlilerin ülkeden ayrılmasının ardından 1950 yılı başlarından itibaren ülkede yaygın üniter hareketler ortaya çıktı. Hollandalıların kurmaya çalıştığı federal sistem çabucak çöktü ve federalizme karşı Cumhuriyet liderlerinin savunduğu üniter devlet yapısı galip çıktı. Birçok federal bölge ve devlet, Cumhuriyet’e katılma kararı aldı. Hollanda’nın baskısı altında federal statüde kurulmuş olan 16 federe devlet ve özel bölgenin meydana getirdiği birleşik devlet, bağımsızlığın yıldönümünde (17 Ağustos 1950) tekrar üniter Endonezya Cumhuriyeti’ne dönüştü. Hristiyanların çoğunlukta olduğu Ambon ve Güney Maluku adalarında eski Hollanda ordusu mensubu bazı subaylar, buna karşı çıkarak Güney Maluku bağımsız devletini ilan ettilerse de Cumhuriyet ordusunun karşı mücadelesi sonucunda bu isyan hareketi bastırıldı (Kahin, 1952, ss. 446-469).
Bu süreçte Endonezya’nın milliyetçi vizyonuna diğer iki aşırı grup daha karşı çıkmıştı. Her ikisi de bağımsızlığı desteklemekle ve eğilimlerinde milliyetçi olmakla birlikte Endonezya devletinin nihai şekli ve yapısı hakkında farklı görüşlere sahiptiler. Devletin temelini dine dayandırmak isteyen Müslüman liderlerin bir kısmı Endonezya’da bir İslam devleti kurmak için 1948 yılında merkezi otoriteye karşı ayaklandılar. Darü’l-İslam hareketi olarak bilinen bu hareketlerin en önemlisi, Batı Cava’nın kırsalında eski Sarekat İslam liderlerinden S. M. Kartosuvirco tarafından başlatılanı idi. 1940’ta Suffah Enstitüsü’nü kuran Kartosuvirco, 1945’te Batı Cava’da Maşumi’nin yönlendirmesi doğrultusunda Hizbullah’ın liderliğini yapmakta ve Hollanda’ya karşı yürütülen bağımsızlık hareketine ve Cumhuriyet’e destek vermekteydi. Ancak o, 1947 ve 1948’deki Hollanda ile imzalanan antlaşmalara karşı çıkmıştı. Maşumi’den ayrılıp Batı Cava’da 1948’de Endonezya İslam Devleti kurduğunu ilan etti ve Cumhuriyet’e karşı mücadele başlattı (Reid, 1973, s. 157-158). 1950’li yıllar boyunca bu hareket Sumatra’nın kuzeyindeki Açe bölgesine, Kalimantan ve Sulavesi’nin güney kesimlerine kadar yayıldı. Cumhuriyet ordusu tarafından zamanla çoğu bölgede etkisiz hâle getirilen Darul-İslam hareketleri, en sonunda 1962 yılında lideri Kartosuvirco’nun yakalanarak idam edilmesiyle son buldu.[4]
Cumhuriyet’e karşı isyan eden diğer aşırı bir grup da komünistler idi. Endonezya Devrimi sırasındaki karışıklıklardan faydalanarak ortaya çıkan komünistler, Ağustos 1948’de Rusya’dan dönen Musso’nun liderliğinde örgütlenerek Endonezya Komünist Partisini tekrar kurdular ve Cava adasındaki Madiun’da isyan hareketi başlattılar. Kısa sürede bu komünist isyan da Cumhuriyet kuvvetleri tarafından bastırıldı ve komünistler ancak 10 yıl sonrasında toparlanabildiler (Kahin, 1952, ss. 292-303; Reid, 1973, ss. 143-146).
Bağımsızlık Sonrasında Sukarno Yönetimi ve Onun Üçüncü Dünya Görüşü
Endonezya, kuruluşundan 1965 yılına kadar ilk kurucu devlet başkanı Sukarno tarafından yönetildi. 1957’ye kadar çok partili parlamenter bir sistemin uygulandığı ülkede milliyetçi, İslamcı ve sosyalist partiler tarafından çeşitli koalisyon hükûmetleri kuruldu. Ülkedeki siyasi istikrarsızlık sebebiyle iç güvenlik, ekonomik kalkınma, idari yeterlilik, ordunun düzenlenmesi ve merkezileştirilmesi gibi önemli problemler çözülemedi. İlk demokratik genel seçimler Eylül 1955’te yapıldı ve seçimler sonucunda sırasıyla Endonezya Milliyetçi Partisi (%22,2), Masyumi (%22,2), Nehdatü’l-ulema (17,5) ve Endonezya Komünist Partisi (15,2) aldıkları oy oranlarıyla dört büyük siyasi parti olarak ortaya çıktılar (Ricklefs, 1987, s. 238-239). Aralık 1955’teki Anayasa Meclisi seçimleri de benzeri sonuçlar çıkardı (Feith, 1962, ss. 449-450). Ancak Kasım 1956’da toplanabilen Anayasa Meclisi’ndeki toplantılar devletin dayandığı temelle ilgili tartışmalarla geçti. İslamcı partilerin devletin temelinin İslam’a dayandırılmasını ve Jakarta Beyannamesi’nin anayasanın giriş bölümüne alınmasını istedilerse de üçte iki çoğunluğu sağlayamadıkları için başarılı olamadılar. İslamî devlet fikrine karşı çıkan milliyetçi ve diğer gruplar, devletin dinî bakımdan tarafsız olması gerektiği hususunda hemfikirdiler. Anayasa Meclisi yeni bir anayasa hazırlayamadan 1959’da feshedildi (Boland, 1984, ss. 90-99).
Bağımsızlık sonrası dönemde Endonezya milliyetçiliği iç siyasette emperyalizm ve sömürge karşıtlığı temelinde devam etti ve ülkedeki millî birliğin sağlanmasına önem verildi. Dış politikada ise tarafsız bir politika izlendi. Ayrıca Sukarno, Batı ve Doğu blokları karşısında Bağlantısızlar hareketi olarak da bilinen üçüncü dünya görüşünü savundu. 18-24 Nisan 1955 tarihleri arasında Bandung’da düzenlenen Asya-Afrika Konferansı, Bağlantısızlar hareketinin ve üçüncü dünya görüşünün doğduğu yer oldu ve daha sonra Endonezya, Yugoslavya, Hindistan ve Mısır’ın önderlik ettiği Bağlantısız Ülkeler Grubunun kurulmasıyla sonuçlandı. Üçüncü Dünya, Tarafsızlar veya Bağlantısızlar Bloku gibi isimlerle adlandırılan bu hareket, bağımsızlığını yeni kazanan Asya ve Afrika ülkelerinin bir araya geldiği yeni bir devletler gruplaşmasını ortaya çıkardı. Bandung Konferansına katılan Endonezya, Çin, Vietnam, Mısır ve Gana’nın devrimci ve milliyetçi liderleri, sömürgeciliğin ve emperyalizmin telin edilmesinde ve kalkınmacı bir milliyetçilik anlayışında, eşitlikçi ve dayanışmacı bir ekonomik gelişmede ortak görüşe sahiptiler (Barker, 2008, ss. 524-525). Bandung Konferansıyla Asya ve Afrika ülkeleri arasında Endonezya’nın etkin bir rol üstlenmesini sağlayan Sukarno, iç kamuoyunda büyük bir itibar kazandı. Bundan sonra Sukarno, açıkça Batı karşıtı bir politika takip etmeye başladı ve ertesi yıl 28 Ağustos-16 Ekim 1956 tarihleri arasında Çin, Sovyetler Birliği ve diğer komünist ülkelere resmî ziyaretlerde bulundu (Ricklefs, 1987, s. 236, 241).
Endonezya’nın üçüncü dünya görüşüne kayması üzerine Hollanda ile ilişkiler de iyice kötüleşti. Hollanda’nın Batı Papua bölgesiyle ilgili görüşmeleri kesmesi üzerine, Endonezya da Şubat 1956’da tek taraflı olarak birlik antlaşmasını feshetti ve Ağustos 1956’da Lahey’deki yuvarlak masa toplantısında ülkeye çıkartılan borçları ödemeyi reddetti. Kasım 1957’de Birleşmiş Milletler’den Batı Papua bölgesi üzerindeki görüşmelerin başlamasıyla ilgili bir karar çıkmayınca büyük şehirlerde Hollanda aleyhtarı gösteriler başladı ve Hollandalılara ait işletmelere ve çiftliklere el konuldu. Birçok Hollandalı teknik ve idarî eleman yurt dışına çıkarıldı. Adalet Bakanlığı 5 Aralık 1957 tarihinde 46 bin Hollanda vatandaşının yurt dışı edilmesini kararlaştırmıştı (Ricklefs, 1987, s. 249).
Sınırlı yetkilerle devlet başkanlığını yürüten Sukarno, içte de parlamenter sistemden giderek uzaklaştı ve güdümlü demokrasi adını verdiği güçlü başkanlık sistemini savunmaya başladı. Nisan 1957’de partili olmayan Cuanda Kartavircaya başkanlığında bir hükûmet ve Mayıs 1957’de de dört büyük parti ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir millî konsey kurdu. Bu gelişmelere karşı çıkan muhalif çevrelerin 1958 yılı başlarında Batı Sumatra’da kurdukları muhalif hükûmeti, ordunun müdahalesiyle dağıttı. Birçok subay ordudan tasfiye edilirken, ayrılıkçı hareketlere destek verdiği gerekçesiyle İslamcı Maşumi Partisi ve Sosyalist Parti 1960’ta kapatıldı. Ancak muhafazakâr Nehdatü’l-ulema, Sukarno ile yakın ilişkilerini sürdürdü (Ricklefs, 1987, s. 250-251). Bu arada ordu, Batı Cava, Açe, Güney Sulavesi ve Güney Kalimantan’da devam eden Dârü’l-İslam hareketlerini de tamamen bastırdı (Dijk, 1981, ss. 10-336).
Sukarno 1959 yılı başlarında devlet başkanına güçlü yetkiler veren 1945 anayasasını bir kararname ile yürürlüğe koydu; 1960’ta da bütçeyi onaylamayan parlamentoyu feshetti ve siyasi parti, ordu ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinden atamayla 130 üyeli yeni bir meclis teşkil etti. Ülkede hâkim olan üç temel ideolojinin ilk hecelerinden meydana gelen Nasakom (milliyetçilik, din ve komünizm) adını verdiği yeni bir ideoloji oluşturmaya çalıştı. Manipol (siyasi manifesto) ile 1945 Anayasası, Endonezya sosyalizmi, güdümlü demokrasi, güdümlü ekonomi ve Endonezya kimliği kelimelerinin ilk harflerinden oluşan USDEK kısaltmasıyla bu ideolojiyi pekiştirdi. Siyasi faaliyetlere, sendikal çalışmalara ve basına sıkı denetim getirdi (Ricklefs, 1987, ss. 254-255). Onun Nasakom sentezi, aslında Batı karşıtı bir milliyetçilik anlayışına, yerel kültürlere, sosyalist ve Marksist düşünceye dayanan bir modernleşmeyi öngören üçüncü dünyacı bir vizyonun Endonezya versiyonu idi.
Güdümlü demokrasi döneminde Sukarno, tarafsız politikadan uzaklaşıp Çin ve Sovyetler Birliği gibi komünist ülkelerle olan ilişkileri geliştirirken, içte de Endonezya Komünist Partisi ve ordu giderek idarede etkili oldu. Sukarno Malezya’ya karşı çatışma politikası yolunu benimsedi ve Malezya’nın Güvenlik Konseyine seçilmesi üzerine de ülkesini Birleşmiş Milletler teşkilatından Ocak 1965’te ayırdı (Ricklefs, 1987, ss. 259-264).
Endonezya’nın Uluslararası Olimpik Komiteden uzaklaştırılması üzerine, Sukarno 1963’te Jakarta’da alternatif bir uluslararası spor müsabakası düzenledi. Yeni Yükselen Güçlerin Oyunları (GANEFO) adı verilen bu müsabakanın açılışında yaptığı konuşmada, Olimpik Komiteyi “emperyalizmin ve sömürgeciliğin bir aracı” olmakla suçladı. Sömürgeci Batılı devletleri “Eski Yerleşik Güçler” (OLDEFOS), yeni bağımsızlığını kazanmış devletleri ise Yeni Yükselen Güçler (NEFOS) olarak tanımladı (Sukma, 2003, ss. 34-35). O, konuşmasında henüz emperyalizmin ölmediğini, fakat ölmekte olan emperyalizmin tropik ormanlarda yaralı bir aslan gibi hâlâ tehlike saçtığını, bağımsızlığın ve milliyetçiliğin zaferinin artık kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Batı bloğunu eleştirerek konuşmasına şöyle devam etti:
Gençler! Onlar bizim ne tür bir millet olduğumuzu düşünüyorlar acaba? Kardeşlerim, bizim fasulye-kek milleti olmadığımızı defalarca söyledim. Biz, bir kurbağa ve hatta kara kurbağalar milleti de değiliz. Biz, bir pamuk milleti de değiliz. Biz, kendi gücümüzle de kendi kanımızla kendimizi bağımsız bir millet ilan eden Endonezya halkıyız (Webster, 2016, ss. 403-404).
Bağlantısızlar Hareketi’nden sonra Sukarno, İslam dünyasında da etkili olmak için girişimlerde bulundu. Nitekim o, Mart 1965’te Bandung Konferansının bir nevi devamı niteliğinde olan başka bir uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptı. Bu İslamî Asya-Afrika Konferansına katılan ve 32 ülkeden gelen liderler Sukarno’ya “Asya ve Afrika’da Özgürlüğün ve İslamiyet’in Lideri” unvanını verdiler. Endonezya gazetesi Suara Merdaka, 9 Mart 1965 tarihli nüshasında “Bung Karno Adalah Djuga Pemimpin Dunia Islam (Yoldaş [Su]Karno İslam Dünyasının da Lideridir)” başlığıyla çıktı (Menchik, 2014, ss. 608-609).
Sukarno ekonomik alanda da millileştirme hareketi başlattı ve ekonomiyi sömürge etkisinden kurtarmaya çalıştı. Esasen ekonomik alandaki bu gelişme, üçüncü dünya görüşünü savunan birçok ülkede yaşanan bir vakıa idi. Sukarno da sömürge karşıtı, dışa kapalı, devletçi ve millî kalkınmayı hedefleyen bir ekonomik görüşü savundu. Endonezya’nın başka ülkelere ekonomik bakımdan bağımlılığını azaltmayı ve kendi kendine yeterli milli bir ekonomi oluşturmayı hedeflemekteydi. Ülkede faaliyet gösteren birçok Hollanda şirketini millileştirdi. Merkez bankası De Cavasch Bank, Bank Indonesia oldu. Hava yolu şirketi Koninklijk Luchvaart Maatschappiy ise Garuda Indonesia Airways adını aldı. Ulaşım şirketi Koninklijke Paketvaart Maatschappiy, Pelayaran Nasional Indonesia (Pelni) ve 250’den fazla plantasyon şirketi PT Perkebunanan Nusantara (PTPN) adı altında millileştirildi. Madencilik ve temel sanayi sektöründeki 200 dolayındaki şirket de Badan Penguasaan Industri dan Tanbang (BAPPIT) adıyla ve 40 civarındaki ticaret şirketi PT Negara adı altında birleştirilerek millileştirildi (Patunru, 2018, s. 345).
Ancak, ekonomideki millileşme beraberinde verimsizliği ve yüksek enflasyonu körükledi. Yetişmiş eleman eksikliği ile birlikte ekonomik durum bozuldu. Enflasyon hızla yükselirken, ihracat gelirleri düşmeye ve dış borçlar artmaya başladı. 1961 yılından itibaren %100 civarında yüksek bir enflasyon kalıcı hale geldi. 1965’te de enflasyon %500’ü geçti ve hükûmet harcamalarının yarısı, bütçe açıklarını kapatmaya gitti. Kişi başına düşen millî gelir 1938’dekinden daha azdı. 1965 yılı sonunda ülkenin en temel gıdası olan pirincin fiyatı %900 oranında arttı. Endonezya’nın IMF ve Dünya Bankası ile olan ilişkilerini kesmesi üzerine, millî para birimi Rupi değerini kaybetti. 1965 yılı başında 1 Amerikan doları 5.100 rupi iken, üçüncü çeyrekte 17.500 ve dördüncü çeyrekte 50.000 rupi oldu (Ricklefs, 1987, ss. 259, 268).
Sukarno yönetiminin sonuna doğru ekonomik durum giderek bozulurken, idarede de komünistler daha fazla yetki ve sorumluluk üstlenmişlerdi. 30 Eylül 1965 tarihinde komünistler ordu içinden bir grup subayla birlikte başarısız bir komünist darbesine giriştiler. Komünist ideolojiye karşı olan Stratejik İhtiyat Ordu Kumandanı General Suharto darbeyi bastırarak duruma hâkim oldu. Darbeyi takip eden aylarda özellikle Doğu ve Orta Cava’da binlerce komünistin öldürülmesiyle sonuçlanan bir karışıklık yaşandı. Yönetimi ele geçiren Suharto, Sukarno’yu görevden uzaklaştırarak devlet başkanı oldu (Ricklefs, 1987, ss. 268-271).
Suharto Yönetimi ve Endonezya Milliyetçiliği
Endonezya’nın ikinci devlet başkanı olan Suharto, Ordu Baru (Yeni Düzen) adıyla ülkede yeni bir dönemi başlattı. Genç bir subay olarak bağımsızlık savaşı yıllarında Hollandalılara karşı savaşan general Suharto, 1950’li yılarda Darü’l-İslam ve ayrılıkçı ayaklanmalara karşı verilen mücadelede önemli görevler ifa etmiş ve 1960’lı yıllardan itibaren de komünistlere karşı mücadeleyi esas almıştı (Elson, 2001, ss. 1-98).
Selefinden farklı olarak Suharto, içte ordu ve bürokrasiye dayanarak ve İslamî teşkilatlar, Protestan ve Katolik gruplar, çeşitli meslek grupları ve bazı akademik çevrelerin desteğiyle iktidarını pekiştirirken, dışta Batı blokuyla ilişkilerin geliştirilmesine özen gösterdi. Malezya ile çatışma politikasına son vererek ülkesinin tekrar Birleşmiş Milletler’e üye olmasını sağladı. Bölgesel iş birliğine önem vererek Ağustos 1967’de Güneydoğu Asya Uluslar Birliğinin (ASEAN) kuruluşunda etkin rol oynadı. Birleşmiş Milletler gözetiminde Eylül 1969’da Batı Papua halkı arasında yapılan referandumla bölgenin Endonezya’ya katılmasını sağladı. Batı’da yetişmiş danışmanlarının yardımıyla yeni bir ekonomik paket hazırladı ve serbest piyasa ekonomisine uygun kalkınma programı başlattı. Uygulamaya koyduğu ekonomik istikrar programıyla ülkeye yabancı sermayenin girişini kolaylaştırdı ve dış ticareti liberalleştirerek enflasyonu düşürüp ekonomiyi istikrara kavuşturdu. Çeşitli siyasi grup, ordu, polis ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşturduğu Golkar Partisi, 1971 seçimlerinde %63 dolayında oy alarak seçimlerden zaferle çıktı. Seçim sonrasında hükûmetin getirdiği siyasi kısıtlamalar neticesinde muhalefetteki dört İslamcı parti Birleşik Kalkınma Partisi (PPP), diğer milliyetçi ve Hristiyan partiler ise Endonezya Demokrasi Partisi (PDI) adı altında birleştiler. Üç partili Suharto yönetimi boyunca Golkar iktidar gücünü kullanırken, diğer iki parti hep azınlıkta kaldı. Suharto da beşer yıllık arayla kısmen seçimle kısmen de atamayla oluşan meclis tarafından devlet başkanı seçildi (Vatikiotis, 1998, ss. 32-59).
Dinin siyasetten ayrılmasına önem veren Suharto, İslamî çevrelerin dinî, sosyal ve eğitim alanlarındaki faaliyetlerine tam bir serbestlik tanırken, dinî kaynaklı siyasi faaliyetleri rejim için potansiyel bir tehlike gördü ve dinî teşkilatların siyaset yapmasını yasakladı (Samson, 1971, s. 565). Bu süreçte Muhammediyye ve Nahdatü’l-ulema gibi dinî teşkilat ve diğer İslamcı gruplar siyasi faaliyetten uzaklaşıp daha çok dinî işlere, özellikle eğitim, sağlık, yayıncılık gibi alanlara önem verdiler. Müslüman siyasetçilerin bir kısmı ideolojik hedeflerini bir kenara atıp iş alanlarına, bölgesel ve mesleki konulara ağırlık verirlerken, entellektüel İslamcıların bazıları da siyasi faaliyetlerden çekilerek benzeri bir tutum takındılar. Diğer taraftan Suharto, zekatın toplanmasına, kamu kurumlarında mescitlerin açılmasına ve Jakarta’daki İstiklal Camisi’nin inşaatının tamamlanmasına destek oldu ve özel dini eğitim kurumlarına devletin maddi yardımını artırdı. Din İşleri Bakanlığına bağlı sayısız medrese ve pesantrenlerin modernleşmesine önem verdi (Boland, 1982, s. 166). Dinî konularda hükûmete danışmanlık yapmak ve hükûmetin kalkınma programlarını kırsal kesimlerdeki halka anlatmak gayesiyle 1975’te Endonezya Ulema Konseyi (MUI) adında yarı-resmî bir ulema teşkilatı kurdu (Noer, 1978, ss. 73-74).
Devlet felsefesi Pancasila’yı millî ideoloji sayan Suharto, onu milliyetçilik anlayışının temeli yaptı ve Ekim 1983’te tüm siyasi partilerin, sosyal, dinî ve eğitsel teşkilatların sadece Pancasila’yı temel ideolojileri olarak kabul etme zorunluğu getirdi ve onun prensiplerini yaymak gayesiyle eğitim kurumlarında, orduda ve devlet dairelerinde kurslar düzenlendi. İslamî çevreler başlangıçta bu zorlamaya tepki gösterdilerse de zamanla Pancasila’yı temel felsefeleri olarak kabul ettiler. Muhafazakâr Nahdatü’l-ulema bile Pancasila’nın milli ideoloji olarak kabulünün İslam’a aykırı olmadığını ve onun devlet yönetimiyle alakalı bir konu olduğunu belirtti. Muhammediyye de benzeri bir söylemle üyelerini ikna etti (Ismail, 1996, s. 34-40).
Pembaharuan hareketi olarak tanınan yenilikçi Müslüman kesimler ise hükûmetin din ve Pancasila ile ilgili politikalarına destek verdi. Bu hareketin öncülerinden olan ve liberal görüşleriyle tanınan Müslüman aydınlardan Nurhalis Mâcid (Nurcholis Majid) Pancasila’yı ve milliyetçilik ideolojisini eleştiren İslamî çevrelere karşı çıkarak eski milliyetçilik anlayışı ile modern milliyetçilik anlayışı arasında farklar olduğunu belirtti. Ona göre, modern milliyetçilik İslam’ın yasakladığı kan bağına dayalı kabile temelli bir asabiyet değildi. Çünkü modern milliyetçilik, toplumun tüm üyelerinin katılımına açık sivil bir anlayışı ifade etmekteydi. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) oluşturduğu ilk Medine toplumunun ve Raşid Halifeler Dönemi’ndeki İslam toplumunun asabiyete dayanmadığını belirterek bunu modern milliyetçiliğin İslam tarihindeki ilk örneği olarak değerlendirmiştir. O, Kur’an’dan ümmeten vahideten kavramının geçtiği ayetleri örnek vererek ümmetin esasında millet anlamına geldiğini ve millî devleti öngördüğünü vurgulamıştır. Ona göre ümmet terimi, İslam dünyasının siyasi birliğinden ziyade millî devlet kavramına daha yakındır ve günümüzde bile Birleşmiş Milletler terimi için Arapça’da el-Ümemi’l-Müttehide tabiri kullanılmaktadır (Madjid, 2004, s. 42-43,70-71).
Pancasila’yı Medine Sözleşmesi ile kıyaslayan Mâcid, Endonezya toplumunun çok dinli, çok etnikli ve çok kültürlü heterojen yapısına vurgu yaparak tüm bunların birlikte Endonezya milletini oluşturduğunu kaydetmiştir. Ülkede gayrimüslimlerin de bulunmasından dolayı dine dayalı bir İslam devletini mümkün görmemiştir. Pancasila’nın dinin alternatifi olmadığını ve bir din gibi de muamele görmemesi gerektiğini söylemiştir. İslam’ın alternatif bir ideoloji olarak görülmesine ve İslamî devlet kavramına şiddetle karşı çıkmış ve ayrıca “İslam’a evet, fakat İslamî partiye hayır” sözünü sıklıkla konuşmalarında dile getirmiştir (Burhani, 2013, ss. 35-40).
Basın özgürlüğü, siyasi parti kurma, işçi sendikaları ve din temelli siyasi faaliyetlere çeşitli kısıtlamalar getiren Suharto yönetimi, ülkede ekonomik alanda yeni bir kalkınma hareketi başlatmış ve Sukarno’nun devletçi politikalarına karşın, serbest piyasa ekonomisine dayalı bir ekonomik model takip etmiştir. Yabancı yatırımı ve özel sektörü teşvik eden ve serbest ticareti geliştiren uygun reformlar yapmıştır. 1969’dan 1981 yılına kadar millî ekonomide yıllık ortalama %8 büyüme kaydedilirken, ileriki yıllarda büyüme hızı %5 civarında seyretmiştir. Petrol, madencilik ve imalat sanayinde, ülkenin temel gıda maddesi olan pirinç üretiminde büyük gelişme sağlanmıştır (Booth ve McCawley, 1981, ss. 1-22).
Maddi gelişme ile ulus inşa etme arasındaki bağlantıya büyük önem veren Suharto, kalkınmayı siyasi söyleminin en temel direklerinden birini yapmıştır. Aydınlanma, inşa ve yapılanma anlamına gelen pembangunan kavramı, onun milliyetçilik anlayışının önemli bir unsuru idi. 32 yıllık iktidarı döneminde atadığı her kabineyi, kalkınma kabineleri olarak adlandırmış ve hatta kendisini Bapak Pembangunan (Kalkınmanın Babası) olarak ilan etmişti. Geleneksel Cava aile yapısında otokratik bir kültürü ifade eden bapak terimi, devletin ve toplumun tek ve geniş bir aile olduğu görüşünü yansıtmaktaydı (Barker, 2008, ss. 534-535).
Suharto Dönemi’nde Endonezya milliyetçiliği, daha ziyade rejimin korunmasına ve onun meşruluğunun sağlamlaştırılmasına odaklandı. Selefi Sukarno gibi milliyetçiliği halkı harekete geçirmede bir araç olarak görmekten ziyade, Suharto Endonezya’nın millî tarihine atıfta bulunarak millî duyguyu ve millî sembolleri halk arasında canlı tutmaya çalıştı. Selefinin aksine daha gerçekçi bir milliyetçi politika benimseyen Suharto, Batı Papua bölgesinin Endonezya’ya katılmasını bile sadece iç kamuoyunda millî bir kazanım olarak kullandı (Leifer, 2000, ss. 156, 161). Çatışmadan ve ferdî hakların korunmasından ziyade uyum ve grup menfaatlerine dayalı millî şahsiyet gelişimini vurgulayan bir milliyetçilik anlayışı hâkim oldu. Sukarno emperyalizme karşı dünyanın yeni yükselen güçlerini harekete geçirmek için çabalarken, Suharto uluslararası ilişkilerde daha ziyade içe dönük ve muhafazakâr bir siyaset benimsedi. Selefi Sukarno sosyal, siyasi ve ekonomik düzenlemenin gereğini vurgulayan sürekli devrimci ve anti-emperyalist bir milliyetçilik anlayışını savunurken, Suharto’nun milliyetçiliği daha çok mevcut Pancasila felsefesini korumayı hedefledi ve devrim yerine mücadele kavramını öne çıkardı. Ordu ve bürokratik elitler, milliyetçiliği rejimin devamı ve ekonomik kalkınmanın önemli bir unsuru olarak gördüler. Suharto yönetimi 1990’lı yıllarda giderek artan siyasi reform baskısı altında kaldığı zaman bile, yönetimdeki liderler iç ve dış ideolojik tehditlere karşı rejimi kuvvetlendirmek için milliyetçiliği yeniden canlandırmaya çalıştılar. Özellikle üst düzey askerî elitler, siyasi reform isteyen aydınları ve çeşitli baskı gruplarını “yerli ve millî hainler” olarak nitelendirmekten çekinmediler (Aspinall, 2015, s. 76).
Suharto Dönemi’nde Endonezya, Bağlantısızlar Hareketi içinde faal bir dış siyaset izlemekten ve üçüncü dünya görüşünden giderek uzaklaştı. Bağımsız ve aktif politika yerine düşük profilli ve ekonomik yardım aldığı Batı yanlısı bir politikaya kaydı (Sukma, 2003, s. 46). 1970’li yıllar boyunca Bağlantısızlar Hareketi’nin toplantılarında Endonezya faal rol almaktan geri durmuş ve hatta bağlantısız devlet statüsü sorgulanmıştır. Eylül 1973’teki Cezayir’deki zirve toplantısına katılmayan Suharto, sadece bir heyet göndermiştir. Kurucu devlet olarak hareketten ayrılmamakla birlikte, Bağlantısızlar Bloğu Endonezya’nın dış politikasında önemli bir unsur olmadı ve daha çok hareketin ekonomik programlarına alaka duydu. 1983’te Yeni Delhi’de yapılan Yedinci Zirve Konferansında, Dış İşleri Bakanı Mochtar Kusumaatmadja, hareketin Doğu ve Batı bloklarıyla ilişkisini ve ideolojik tartışmalar yapılmasını eleştirmiş ve teşkilata üye devletlerin farklı ideolojik eğilimlere, siyasi ve ekonomik sistemlere sahip olduğunu belirtmiştir. O, hareketin büyük güçlerin rekabet ve yarışının içine çekilmemesini ve bağlantısız karakterini korumasını vurgulamıştır (Leifer, 1983, ss. 135-136, 159-163).
Ancak Suharto, Soğuk Savaş Dönemi’nin sonlarında daha aktif bir dış politika izlemeyi ve üçüncü dünya forumlarında daha fazla görünür bir tutum takınmaya başladı. Nitekim Endonezya, Nisan 1985’te Bandung’daki Asya-Afrika Konferansının otuzuncu yıl dönümünü anmak ve Bandung ilkelerinin geçerliliğini yeniden teyit etmek için seksen ülkeden oluşan bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Daha önce reddedilmesine rağmen Suharto Eylül 1992’de hareketin başkanlığına seçilerek Jakarta’da Bağlantısız Devletler zirve toplantısını gerçekleştirdi. Süper güç rekabetlerinin olmadığı bir ortamda Suharto, toplantıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yapıcı bir diyalog çağrısında bulundu; kuzey ve güney ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkının en önemli sorun olduğunu vurguladı (Frederick ve Worden, 2011, ss. 288-289).
Endonezya’nın birliğini korumayı amaçlayan Pancasila’yı, devlet başkanına kuvvetli yetkiler tanıyan 1945 Anayasası’nı, ordunun ikili görev ilkesini ve üç partili sistemi Endonezya’nın problemlerine en uygun çözüm yolu olarak gören Suharto, 1990’lı yıllarda yenilikçi İslamî çevrelerle iş birliğine önem veren bir politika izledi ve İslamcı muhalefeti rejimle uzlaştırmaya çalıştı. Aralık 1990’da B. J. Habibie’nin başkanlığında çeşitli meslek gruplarının ve Müslüman aydınların Endonezya Müslüman Entelektüeller Birliği (ICMI) adlı yenilikçi bir İslamî teşkilat kurmalarına onay verdi. ICMI lideri Habibie önce kabinede bilim ve teknolojiden sorumlu bakan, daha sonra da devlet başkanı yardımcılığına getirildi (Hefner, 2000, s. 129).
Ancak, Suharto yönetiminin yenilikçi İslamcılarla yakınlık kurması, geleneksel Müslüman kesimlerin yeni düzen rejiminden uzaklaşmasına ve yönetime karşı muhalif İslamî grupların ortaya çıkmasına yol açtı. Nahdatü’l-ulema lideri Abdurrahman Vahid, yönetime ve ICMI liderliğine karşı muhalif bir tutum takınmış ve ICMI’nin ülkenin millî birliği ve çoğulcu yapısı için bir tehdit oluşturduğunu ileri sürmüştür. Buna karşı o, 43 aydın ile birlikte 1991’de gayrimüslim kesimlerin de üye olduğu Demokrasi Formunu kurarak hükûmete karşı muhalif bir tutum izlemiştir (Barton, 1997, s. 341-342).
Ülkede sağladığı ekonomik kalkınma ve getirdiği siyasi denetim sayesinde 32 yıl boyunca iktidarda kalmayı başaran Suharto rejimi, giderek otokratik bir yönetime dönüşmüş ve 1997 Asya mali krizi neticesinde içinde üniversite öğrencilerinin de bulunduğu yaygın protestolarla karşılaştı. Muhalif grupların yoğun baskısı üzerine Suharto 21 Mayıs 1998’de istifa ederek görevi yardımcısı B.J. Habibie’ye bıraktı (Vatikiotis, 1998, ss. 218-230). Onun istifasından sonra ülkede Reformasi Dönemi başladı.
Reformasi Dönemi ve Sonrasında Milliyetçilik Tezahürleri
1998 yılı sonrasında devlet başkanı Habibie ile birlikte Endonezya’da reformasi denilen siyasi reform süreci başladı ve onun kısa süren yönetimi sırasında ülkede temel özgürlükler, siyasi partiler, seçim kanunları ve yasama organlarının yapısıyla ilgili birçok yeni düzenleme yapıldı. Basın ve yayın hayatına getirilen sansür uygulaması ve siyasi kısıtlamalar kaldırıldı. Çok partili bir sisteme geçildi ve mahallî idarelere daha fazla yetkiler tanındı. Haziran 1999’da temsili sistemle ve demokratik ortamda yapılan genel seçimlerden Sukarnoputri Megawati’nin liderliğindeki Endonezya Demokratik Mücadele Partisi (PDI-P) %33,74, Golkar %22,44, Nehdatü’l-ulema bağlantılı Milli Uyanış Partisi (PKB) %12,61, Birleşik Kalkınma Partisi (PPP) %10,71 ve Emin Reis’in liderliğini yaptığı Milli Emanet Partisi (PAN) %7,12 oranında oy aldılar (Ananta vd., 2005, ss. 9-13).
Seçimler sonucunda oluşan yeni meclis, muhafazakâr NU lideri Abdurrahman Vahid’i devlet başkanlığına, Sukarno’nun kızı Megawati’yi de başkan yardımcılığına seçti. Sağlık sorununa rağmen uzlaşmacı tavrı sebebiyle devlet başkanlığına getirilen Vahid, iki yıla yakın iktidarı boyunca Endonezya’nın içine düştüğü ekonomik krizi aşmada ve ülkenin çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan dinsel ve etnik temele dayalı çatışmaları önlemede başarısız kaldı. Kendisine karşı yolsuzluk ithamlarının artması üzerine, 21 ay sonra meclis tarafından görevinden azledildi ve devlet başkanlığına yardımcısı Megawati seçildi (Temmuz, 2001). Megawati Dönemi’nde anayasada mahallî idarelere daha fazla mali ve idari yetkiler veren düzenleme ile merkezi yönetimde devlet başkanı ve yardımcısının doğrudan seçimle başa gelmesini öngören iki önemli reform yapıldı. Böylece, 2004’te doğrudan halk tarafından seçilen başkanlık sistemine geçildi. Milletvekili ve devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Megawati’nin rakibi emekli general ve Demokrat Parti lideri Susilo Bambang Yudhoyono, oyların çoğunluğunu (%60,87) alarak ülkenin altıncı ve ilk defa doğrudan halk tarafından seçilen ilk devlet başkanı oldu. Onun iki dönem iktidarında (2004-2014) bankacılık sektöründeki yeni düzenlemeler dahil ekonomik alanda önemli reformlar yapıldı ve yıllık ortalama %7 oranında büyüme kaydedildi (Frederick ve Worden, 2011, ss. 89-90).
2014’teki seçimlerde eski Solo şehri belediye başkanlığı ve Jakarta valiliği görevlerinde bulunan Joko Widodo, ikinci turda rakibine fark atarak devlet başkanı seçildi.
Reformasi Dönemi’nin ilk yıllarında Endonezya milliyetçiliği ve onun temel ilkeleri ülkede ortaya çıkan dinî, etnik ve bölgesel temelli olaylar karşısında yeniden sorgulanmaya başlandı ve ufak sarsıntılar geçirdi. Barker, bu dönemde Endonezya milliyetçiliğinin otoriter ve dışlayıcı bir kültürel milliyetçiliğe doğru kaydığını, sivil ve geleceğe dönük kalkınmacı bir milliyetçilik anlayışından daha şovenist milliyetçilik formlarına doğru gidildiğini kaydeder (Barker, 2008, s. 521). Ancak, bu süreçte ortaya çıkan çeşitli dinsel ve etnik temelli toplumsal çatışmalar güvenlik tedbirleriyle, bölgesel ayrılıkçı hareketler de karşılıklı uzlaşmalar yoluyla sonlandırıldı. Açe ve Papua’da ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler, daha fazla özerklik ve mahalli yönetim hakları verilerek halledildi. 1975’te Endonezya’ya katılan Doğu Timor ise yapılan referandumla birlikte 2002’de ülkeden ayrılarak bağımsız bir devlet oldu.[5]
Reformasi Dönemi’nde ülke bütünlüğünün korunması, ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler karşısında ordu ve milliyetçi çevrelerin üzerinde durduğu en önemli konu idi. Kalimantan, Ambon ve Poso’daki toplumlar arası çatışmalar ile Papua ve Açe’deki ayrılıkçı hareketlerin artması, özellikle ordu içindeki milliyetçi askeri elitleri endişeye sevk etti. Onlar, reformlarla birlikte getirilen demokratik özgürlüklerin sadece Endonezya’nın siyasi yapısını değil aynı zamanda üniter devlet sisteminin ve ülke bütünlüğünün bozulmasına yol açabileceğini ileri sürdüler. Ordu arka planda kalmasına rağmen, bazı mensupları millî birliğin ve üniter devlet yapısının (NKRI) korunması için ısrarcı çağrılar yaptılar (Bourchier, 2019, s. 718).
Doğu Timor üzerindeki dış müdahaleler, ülke bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılandı. Çoğu Endonezyalı lider, Doğu Timor’un kaybedilmesini Endonezya ordusunun bölgedeki aşırı şiddet kullanımının bir sonucu değil, bilakis dış müdahalenin ve baskının bir neticesi gördü. Aynı şekilde, birçok siyasetçi ve milliyetçi çevre Papua bölgesindeki ayrılıkçı hareketlerin ve siyasi çatışmaların, yabancıların Endonezya’yı istikrarsızlaştırma ve Papua’nın zenginliklerini sömürme planı olarak değerlendirildi. Ekim 2014’te Papua bölgesi iki ayrı idari bölgeye ayrıldığı zaman, İçişleri Bakanı bile yabancı müdahaleyi önlemek için böyle bir idari düzenleme yapıldığını söyledi. Yine 2002’de uluslararası bir mahkemenin Borneo sahilindeki bazı küçük adaların Malezya’ya ait olduğu kararını vermesi üzerine, Jakarta’da yapılan aleyhte gösterilerde Malezya’ya karşı Sukarno Dönemi’ndekine benzer büyük bir nefret duygusu ortaya kondu (Aspinall, 2015, s. 74).
Reformasi Dönemi’nde devletin dayandığı temel ilkeler ve anayasanın din ile ilgili maddesi üzerinde de tartışmalar yaşandı. 2000 yılında anayasanın bazı maddelerinin mecliste değiştirilmesi sırasında, İslamcı partiler Jakarta Beyannamesi’nin anayasaya eklenmesini teklif ettiler. Ancak bu teklif mecliste şiddetli tartışmalara yol açtı. Toplumsal hassasiyet sebebiyle meclis bu tartışmaları önce 2001’deki, sonra da 2002’deki toplantılarına erteledi. Ağustos 2002’de yapılan meclis toplantısında, parti gruplarının büyük çoğunluğu anayasanın ilgili maddesinin aynen korunması yönünde karar aldılar. Meclisin dışında toplanan çeşitli İslamî gruplar Jakarta Beyannamesi’nin anayasanın din ile ilgili 29. maddesine eklenmesi yönünde gösteriler yaptılar. Liberal ve milliyetçi Müslüman gruplar ile diğer dinlerin temsilcileri, Pancasila gibi 29. maddenin de millî bir mutabakat metni olduğunu ve dolayısıyla değiştirilmesinin mümkün olmadığını savundular. Nahdatü’l-ulema bağlantılı muhafazakâr PKB bile Pancasila’nın Cumhuriyeti kuran liderlerin mirası olarak korunması gerektiğini belirtti. Değişiklik teklifine sadece üç küçük İslamcı parti (PPP, PBB ve PDU) destek verdi. Muhafazakâr Nehdatü’l-ulema ile modernist Muhammediyye, konunun hassasiyetini dikkate alarak ilgili maddenin aynen korunması yönünde görüş bildirdiler. Neticede, anayasanın giriş kısmı ve dinle ilgili 29. maddesinin aynen korunmasına karar verildi.[6].
Endonezyalı aydınların çoğu, Endonezya Cumhuriyeti Devleti’nin laik veya teokratik bir devlet olmadığı hususunda hemfikirdirler. Ancak onlar Pancasila’nın birinci prensibinin gereği olarak dine değer veren bir devlet olduğunu vurgularlar. Pancasila, dindar ve laik eğilimli Müslümanlar ile gayrimüslim liderler tarafından da Endonezya devletinin felsefi temeli olarak genel kabul görmüştür. Müslüman lider ve grupların çoğuna göre, Pancasila’nın tüm prensipleri İslamiyet’e aykırı değildir ve İslam’ın temel öğretileriyle çelişmez. Bununla birlikte ülkede devletin dine dayandırılmasını ve şeriat hukukuyla yönetilmesini talep eden ve Pancasila’ya dayanan devlet sistemini eleştiren aşırı dini gruplar vardır. Reformasi Dönemi’nde ön plana çıkan Jemaah Islamiyah (JI), Endonezya Cumhuriyeti’ni İslam’a aykırı bir devlet olarak görürken, 1998’de kurulan İslam’ı Savunanlar Cephesi (FPI), Endonezya devletinin İslamî bir devlet olmadığını iddia etmiştir. Selefî görüşlere sahip bu tür gruplar gayri İslamî mekânlar olarak gördükleri kumarhane, içkili ve eğlence yerlerine saldırmayı dinî bir vecibe saymışlardır. 2000’de kurulan Endonezya Mücahitleri Konseyi (MMI) adlı örgüt de cihatçı bir tutum takınarak İslam’a dayalı bir devlet düzeni kurulmasını savunmuştur. Ayrıca, Endonezya Hizbut Tahriri (HTI) adlı Ortadoğu menşeli dinî hareket de milliyetçiliği ırkçılıkla eşdeğer görüp, İslam hilafetini savunmaktadır. 2007’de Jakarta Stadyumunda 80 bin civarındaki bir katılımcının hazır bulunduğu toplantıda Pancasila temelli Endonezya Cumhuriyeti’nin yıkılmasını ve yerine bir İslam halifeliğinin kurulması çağrısında bulunmuştur (Elson, 2010, ss. 333-334). Toplumda azınlıkta olan bu tür dinî gruplar, Pancasila’ya dayanan devlet sistemine karşı çıkmakta ve milliyetçiliği İslamiyet’in yasakladığı asabiyetle ve ırkçılıkla eş değer tutmaktadırlar.
İslamiyet’i Endonezya halkını birbirine bağlayan önemli bir unsur olarak gören Menschik, Endonezya milliyetçiliğini tanrılı milliyetçilik olarak adlandırmıştır. Ona göre, Endonezya milliyetçiliği ne İslami ne de laik bir milliyetçiliktir. Bir nevi dinli milliyetçiliktir. Tanrılı bir milliyetçilik anlayışı, bir tanrıya inanmanın sivil bir değer olduğunu kabul eder ve bu değerin de fert ve toplum bazında kazanımları vardır. Fertler için bir Tanrı’ya inanma, animizm ve heterodoks inançlara veya dinsizliğe karşı tercih edilebilecek bir dünya görüşünü sağlar. Bir Tanrı’ya inanan fertler, daha akıllı, daha duygusal, daha yardımsever ve hoşgörülü olurlar. Tanrı’ya inanan ve davranışlarını motive eden bir dinî geleneği takip edenler, aynı zamanda iyi bir vatandaşlık bilincine sahiptirler. Ona göre, eğer insanlar bir Tanrı’ya inanırlarsa, hayatta daha başarılı olurlar ve işlerinde daha iyi performans gösterirler (Menchik, 2014, ss. 599-600).
Reformasi Dönemi sonrasında ise milliyetçi duruş ve anlayış, daha ziyade ekonomik alanda kendini göstermiştir. Nitekim, reformasi döneminin ilk yıllarında ekonomide liberalleşme yaşanmış ve yabancı rekabetçilere karşı yerli üreticileri ve pazarı korumak için tasarlanan milli ekonomik politikalar gevşetilmişti. 1998 mali krizinden sonra IMF’nin ekonomiyi kurtarma paketleri neticesinde, ekonominin önemli alanları yabancı yatırımcıya ve ticarete açılmıştı. Liberal ekonomik politikalar çerçevesinde ithalat kısıtlamalarını kaldırmış ve gümrük tarifelerini düşürülerek Endonezya’nın uluslararası ticaret anlaşmalarına katılımını sağlanmıştı. Ancak Endonezya borçlarını ödedikten sonra tekrar millî ekonomik politikalar benimsemeye başladı ve özellikle Yudhoyono’nun ikinci döneminde yerli sanayiyi ve gıda sektörünü korumak maksadıyla ithalat sınırlandırıldı. Minerallerin ve madenlerin işletilmesine yönelik yabancı sahiplik oranına kısıtlama getirildi ve işlenmemiş ham madde kaynaklarının ve minerallerin yurt dışına ihracı yasaklandı. Dış ticarette korumacılık giderek arttı. Yiyecekle ilgili kısıtlayıcı tedbirler, tekstil, demir, şeker ve çeşitli bitkilerin ithalatında lisans alma zorunluluğu getirildi. Çiftçilerin yabancı ürünlerin rekabetine karşı korunması, sanayi, ticaret ve standartlaşmayla ilgili yeni tedbirler alındı (Patunru, 2018, ss. 345-346).
Ekonomik alandaki milliyetçi duruşlar, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bir bakışla dillendirildi. Devlet Başkanı Jokowi bile genç girişimcilere hitap ederken, onlardan yabancı iş çevrelerinin ülkeyi istila etmesine engel olmalarını ve iç pazarda onlarla rekabet edebilmeleri çağrısında bulundu (Aspinall, 2015, s. 75). Seçimler sırasında Jokowi, rakibine karşı daha az dozda bir milliyetçi tutum takınmasına rağmen ekonomide korumacı eğilimde olduğunu gösterdi. Gümrüğe tabi malların oranı 2011’de %9 iken, onun döneminde bu oran %35’e kadar çıktı. Ticaret ve tarım bakanlıklarında korumacılık tedbirleri artırıldı. Ocak 2017’de işlenmemiş minerallerin ve madenlerin ihracı tamamen yasaklandı (Putunru, 2018, ss. 347-348). Yol yapımı, liman ve enerji alt yapılarını güçlendirmeye büyük önem veren Jikowi, birçok altyapı projesinin tamamlanmasını sağladı ve ekonomide yıllık %5 oranında büyüme yakalandı (Warburton, 2018, ss. 137-138).
Son yıllarda ekonomik alandaki milliyetçi tavırlar, daha fazla ön plana çıkmış ve ülkenin doğal kaynakları üzerinde yoğunlaşmıştır. Petrol ve gaz, millî kaynaklar olarak görülüp bunların yabancı şirketler vasıtasıyla işletilmesine karşı çıkılmış ve yerli imkânlarla değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kaynak milliyetçiliğine dair en önemli örneklerden birisi, uluslararası sularda arama faaliyeti yapan yabancı petrol şirketlerinin bölgede çoğalmasına verilen tepkidir. Endonezya’daki resmi petrol şirketi Pertamina’nın zamanla rafine edilen petrollerin satışını gerçekleştiren bir kamu iktisadi teşekkülüne dönüştüğü eleştirilmiştir. Muhammediyye teşkilatı, petrol ve doğal gaz kaynaklarının işletilmesiyle ilgili 2001’de çıkarılan bir kanunun anayasaya aykırı olduğunu savunmuş; bu kaynaklar üzerindeki milletin egemenliğinin zayıflatıldığını ve onların yabancıların menfaatine terk edildiğini vurgulayarak diğer dini ve siyasi gruplara çağrıda bulunarak kanunun iptali için anayasa mahkemesine müracaatta bulunmuştur. Kasım 2012’de Anayasa Mahkemesi, verdiği kararda kanunun anayasanın 33. maddesine aykırı olduğuna, ancak daha önce verilen üretim paylaşımına dayanan sözleşmelerin süresi bitimine kadar geçerli olacağına hükmetmiştir. Mahkeme, ülkenin doğal zenginliklerinin devletin petrol şirketi Pertamina ile yerli ve milli özel petrol şirketleri vasıtasıyla işletilmesini ve ilgili kanunun buna göre değiştirilmesini istemiştir (Habir, 2013, ss. 126-128).
Sonuç
Modern bir mefhum olarak milliyetçilik, toplumların içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik şartlar neticesinde doğmuş bir fikir akımı ve siyasi bir ideolojidir. Endonezya milliyetçiliği de çeşitli faktörlerin etkisinin yanı sıra sömürgecilik karşısında vatanseverliğin bir göstergesi olarak başlangıçta eşitsizliğe, adaletsizliğe ve ekonomik sömürüye karşı bir tepki hareketi olarak doğmuş ve çeşitli aşamalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir. İlk gelişme evresinde milliyetçilik hareketinin hedefi, halkın kendinden olan temsilcileri vasıtasıyla daha iyi yönetilme arzusu, bağımsızlığın kazanılması, adil ve eşit bir toplumsal yapının kurulması ve toplumun sosyoekonomik gelişiminin sağlanması olmuştur. Farklı siyasi, fikrî ve kültürel eğilimler çerçevesinde çeşitli cemiyet ve hareketler, millî hareketin gelişmesine önemli katkı yapmışlardır. Dinî, sosyal ve kültürel teşkilatlar sömürgeciliğin olumsuz etkilerini, bağımsızlık bilincinin yeni nesillerde yerleşmesini ve birlik olma duygusunu sağlarken, siyasi partiler ve gruplar da geniş halk kesimlerini sömürge yönetimi aleyhine harekete geçirmede ve temel hakların kazanılmasında önemli roller oynamışlardır.
Bağımsızlık sonrasında Endonezya milliyetçiliğinin ana hedefi, kazanılan bağımsızlığın korunması, millî birliğin ve ülke bütünlüğünün sağlanması, millî ekonominin oluşturulması, ülke kalkınmasının gerçekleştirilmesi ve başarılardan millet olarak övünç duyulması olmuştur. Anti-emperyalist, anti-sömürgeci ve devrimci bir milliyetçilik anlayışını benimseyen Sukarno, Doğu ve Batı blokları karşısında yeni bağımsızlığını kazanan devletleri harekete geçirerek üçüncü dünya görüşünün savunuculuğunu yapmıştır. Bu görüşün önde gelen bir temsilcisi olarak o, 1950’li yılların sonuna doğru tamamen üçüncü dünyacılığın dayandığı tekçi siyasi yapılanmaya, devletçi ve kapalı bir ekonomik sisteme, sosyalist ve Marksist düşünceye kaymıştır. Parlamenter sistemden uzaklaşıp üçüncü dünya görüşü doğrultusunda güdümlü demokrasi adını verdiği güçlü bir başkanlık sistemine geçmiştir. Milliyetçilik, İslamcılık ve komünizm ideolojileri temelinde oluşan ülkedeki farklı siyasi eğilimleri de Nasakom ve USDEK terkiplerini ortaya atarak birleştirmeye çalışmıştır.
Muhafazakâr ve sağ eğilimli bir milliyetçilik anlayışına sahip olan Suharto ise ülkede komünist ideolojiyi yasaklayarak devletin kuruluş felsefesini oluşturan Pancasila prensiplerinin yaşatılmasına, ülke bütünlüğünün sağlanması ve yeni nesiller arasında millî bilincin kökleşmesine önem vermiştir. Bağlantısız Devletler Grubuna karşı mesafeli ve üçüncü dünya görüşünden uzaklaşıp, uluslararası ilişkilerde daha dengeli ve batı bloğuna yakın bir politika takip etmiştir. Dinî değerlerin siyasallaşmasına karşı çıkarak dini siyasetten uzak tutmuş, dinî hayatın özgür bir şekilde yaşanmasına ve Müslüman toplumun modernleşmesine önem vermiştir. Serbest pazar ekonomisine dayanan liberal bir ekonomik model takip ederek ülkenin kalkınmasına ve modernleşmesine çalışmıştır.
Suharto sonrası reform sürecinde etnik, bölgesel ve dini temelli milliyetçi tavırlar ve eğilimler yaşanmakla birlikte, Endonezya milliyetçiliğinin sivil ve kapsayıcı özelliği galip gelmiştir. Endonezya milliyetçiliğinin, özellikle devletin dayandığı temel ilkeleri savunma, üniter yapıyı koruma, millî birliği ve ülke bütünlüğünü sağlama gibi hususiyetleri hedeflediği söylenebilir. Ayrıca son yıllarda gelişmiş ülkelerin uluslararası kurumlar ve şirketler vasıtasıyla ülkenin ekonomik ve yer altı zenginliklerini sömürmeye ve ekonomik eşitsizliklere, güçlü devletlerin siyasi, hukuki ve kültürel tesirlerine karşı yerelliğin ve millî bilincin geliştirilmesini öncelediği belirtilebilir.
Kaynakça
Alfian. (1989). Muhammadiyah: The Political Behavior Of A Muslim Modernist Organisation Under Dutch Colonialism. Yogyakarta: Gadjah Mada University Press.
Ananta, A. ve dğr. (2005). Emerging democracy in Indonesia. Singapore: ISEAS Publication.
Anderson, B.R. O’G. (1971). The cultural factors in the Indonesian revolution. Asia, 20, pp. 48-65.
Anderson, B.R. O’G. (1999). Indonesian nationalism today and in the Future. Indonesia, 67, pp. 1-11.
Aspinall, E. (2015). The new nationalism in Indonesia. Asia & the Pacific Policy Studies, 3(1), pp. 72–82.
Aspinall, E. and Berger, M. (2001). The break-up of Indonesia?: nationalisms after decolonisation and the limits of the nation-state in Post-Cold War Southeast Asia. Third World Quarterly, 22(6), pp. 1003-1024.
Barker, J. (2008). Beyond bandung: developmental nationalism and (multi)cultural nationalism in Indonesia. Third World Quarterly, 29 (3), pp. 521-540.
Barton, G. (1997). Indonesia’s Nurcholish Madjid and Abdurrahman Wahid as intellectual ulama: the meeting of Islamic traditionalism and modernism in neo‐modernist thought. Islam and Christian-Muslim Relations, 8 (3), pp. 23-350.
Benda, H. J. (1983). The Crescent and the rising sun: Indonesian Islam under the Japanese occupation, 1942-1945. Dordrecht (Holland): Foris Publications.
Boland, B. J. (1982). The Struggle of Islam in modern Indonesia. The Hague: Martinus Nijhoff.
Booth, A. and P. McCawley, (Eds.). (1981). The Indonesian economy during the Soeharto Era. Kuala Lumpur/ New York: Oxford University Press.
Bourchier, D. M. (2019). Two decades of ıdeological contestation in Indonesia: From democratic cosmopolitanism to religious nationalism. Journal of Contemporary Asia, 49 (5), pp. 713-733.
Burhani, A. N. (2013). Defining Indonesian Islam: an examination of the construction of the national Islamic Identity of traditionalist and modernist Muslims. In Islam in Indonesia: Contrasting Images and Interpretations. J. Burhanudin, K. van Dijk, (Eds.). Amsterdam: Amstedam University Press, pp. 25-48.
Dijk, C. van (1981). Rebellion under the Banner of Islam: The Darul Islam in Indonesia. The Hague: Martinus Nijhoff.
Effendy, B. (2010). Islam and the state in the Indonesian experience. Islam and Civilisational Renewal (ICR), 2(1), pp. 26-144.
Elson, R. E. (2001). Suharto: a political biography. Cambridge: Cambridge University Press.
Elson, R. E. (2007). Islam, Islamism, the nation, and the early Indonesian Nationalist Movement. Journal of Indonesian Islam, 1(2), pp. 231-266.
Elson, R. E. (2010). Nationalism, Islam, “secularism” and the state in contemporary Indonesia. Australian Journal of International Affairs, 64(3), pp. 328-343.
Elson, R. E. (2013). Two failed attempts to Islamize the Indonesian constitution. Sojourn: Journal of Social Issues in Southeast Asia, 28 (3), pp. 379-437.
Frederick, W. H. and R. L. Worden (Eds.) (2011). Indonesia: a country study (6.th Edition). Washington: Library of Congress.
Göksoy, İ. H. (1995). Endonezya: Sömürge Dönemi. TDV İslam Ansiklopedisi (DİA) içinde (11, ss. 204-209). İstanbul: TDV Yayınları.
Göksoy, İ. H. (2009). Sarekat Islam. DİA içinde (36, ss. 135-136). İstanbul: TDV Yayınları.
Göksoy, İ. H. (2020). Endonezya’da İslam ve Hollanda sömürgeciliği (2. Baskı). Ankara: İSAM Yayınları.
Habir, Ahmad D. (2013). Resource nationalism and constitutional jihad. Southeast Asian Affairs, 2013, pp. 121-134.
Hefner, R. W. (2000). Civil Islam: Muslims and democratization in Indonesia. Princeton: Princeton University Press.
Ismail, F. (1996). Pancasila as The sole basis for All Politica1 Parties and for all mass organizations: an account of the Muslim’s responses. Studia Islamika, 3(4), pp. 1-92.
Kahin, G. M. (1952). Nationalism and revolution in Indonesia. Ithaca, N.Y.: Cornell University Press.
Kartodirdjo, S. (1962). Some problems on the genesis of nationalism in Indonesia. Journal of Southeast Asian History, 3(1), pp. 67-94.
Kroef, J. M. (1972). Indonesian nationalism reconsidered. Pacific Affairs, 45(1), pp. 42-59.
Leifer, M. (1983). Indonesia’s foreign policy. London: George Allen & Unwin.
Leifer, M. (2000). The changing temper of Indonesian nationalism. In Asian Nationalism M. Leifer, (Ed.) (153-169). New York/ London: Routledge.
Madjid, N. (1987). Islam, Kemodernan, dan Keindonesiaan. Bandung: Mizan.
Madjid, N. (2004). Indonesia Kita. Jakarta: Gramedia Pustaka Utama & Universitas Paramadina.
Maarif, A. S. (2018). Islam, humanity, and Indonesian identity. (G.A. Fowler, Trans.). Leiden: Leiden University Press.
Menchik, J. (2014). Productive ıntolerance: godly nationalism in Indonesia. Comparative Studies in Society and History, 56 (3), 591-621.
Noer, D. (1973). The modernist movement in Indonesia, 1900-1942. Singapore/Oxford: Oxford University Press.
Noer, D. (1978). Administration of Islam in Indonesia. Ithaca: Cornell University Press.
Niel, R. (1984). The emergency of the modern Indonesian elite. Dordrecht (Holland): Foris Publications.
Patunru, A. A. (2018). Rising economic nationalism in Indonesia. Journal of Southeast Asian Economies, 35(3), 3, pp. 335-354.
Penduduk Indonesia Hasil SP2010 (Population of Indonesia: Result of Population Census 2010). (2012). Published by Badan Pusat Statistik BPS (Statistics Indonesia), Jakarta.
Ricklefs, M. C. (1987). A history of modern Indonesia. London: Macmillan.
Samson, A. A. (1971). Army and Islam in Indonesia. Pacific Affairs, 44(4), 545- 565.
Simpson, A. (2007). Indonesia. In Language and national identity in Asia (312-336). A. Simpson (Ed.). Oxford/ New York: Oxford University Press.
Smith, A. D. (2000). Theories of nationalism: alternative models of nation formation. In Asian Nationalism (pp. 1-20). Michael Leifer (Ed.). New York/ London: Routledge.
Sukma, R. (2003). Islam in Indonesian foreign policy: domestic weakness and dilemma of dual identity. London/ New York: Routledge Curzon.
Stutje, K. (2018). Indonesian Nationalism in the Netherlands, 1920s-1930s. In Imagining Communities: historical reflections on the process of community formation (pp. 131-148). G. Blok ve dğr. (Eds.). Amsterdam: Amsterdam University Press.
Vatikiotis, M. R. J. (1998). Indonesian Politics under Suharto: The rise and fall of new order, 3rd edition, London/New York: Routledge.
Warburton, E. (2018). Inequality, nationalism and electoral politics in Indonesia. Southeast Asian Affairs, 2018, pp. 135-152.
Warburton, E. (2018). Nationalism, developmentalism and politics in Indonesia’s Mining Sector. In Indonesia in the new world: globalisation, nationalism and sovereignty (pp. 90-108). A. Patunru ve dğr. (Eds.). Singapore: ISEAS Publications.
Webster, D. (2016). Sports as third world nationalism: the games of the new emerging forces and Indonesia’s systemic challenge under Sukarno. Journal of American-East Asian Relations, 23, pp. 395-406.
[1] Sarekat İslam hakkında bkz., Van Niel (1981, ss. 88-159); Deliar Noer (1973, ss. 101-152).
[2] Dahlan ve Muhammediyye’nin kuruluşu hakkında bkz., Alfian (1989, s.127-179).
[3] Geniş bilgi için bkz., B.J. Boland (1982) ve Göksoy (2020).
[4] Darü’l-İslam hareketleri hakkında geniş bilgi için bkz. Dijk (1981).
[5] Ayrılıkçı hareketler için bkz., Aspinall & Berger (2001).
[6] Bu tartışmalar için bkz., Bahtiar Effendy (2010), “Islam and the State in the Indonesian Experience”, Islam and Civilisational Renewal (ICR), Vol.2, No:1, ss. 139-143; R.E. Elson (2013), “Two Failed Attempts to Islamize the Indonesian Constitution”, Sojourn: Journal of Social Issues in Southeast Asia, Vol.28, No:3, ss. 379-437.